Dün akşam müzikali bilmem kaçıncı kere izlerken şunu düşündüm: Bir müzikali 18 yaşında izlemek ve oynamakla 36-37 yaşında, onlarca yaşanmışlık, bilgi birikimi, deneyimin ardından izlemek arasında inanılmaz bir fark var.
Öte yandan bu tip kült müzikalleri her izleyişinizde, teknik anlamda artistik niteliğiyle ilgili her seferinde başka bir şey fark ediyorsunuz. İnsani değerler ve kavramlar açısından da öyle!
Örneğin etnik farklılıkların insanın hayatındaki lanet olası etkisinden asla kurtulamamasının, insanı isyan noktasına getirmesi. Örneğin dünyanın herhangi bir yerinde, her hangi bir döneminde, herhangi bir etnik kimliğe dair bir grup erkeğin, yalnız bir kıza tecavüz etme iğrençliğini gösterebiliyor oluşu. Örneğin, iki insanın ayrı milletlerden ve etnik kökenlerden oluşunun, hayatlarının devamı ve aşklarının önünde ölümcül bir engel olabilmesinin acımasız gerçekliği. Veya insan evladının aidiyet ihtiyacı üzerinden kendini gerçekleştirmesi. Ya da şiddeti, grup psikolojisiyle düşüncesizce, sorgusuz sualsiz bir kabul etmişlikle, bir kendini ifade yöntemi olarak seçmek. Veya savaşmayı hayat felsefesi olarak benimseyen çetelerin varlığı. Çete kavramı. Ezmek kavramı. Huzur ve barış arayışı. Göç ve göçmenlik kavramı. Irkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi iğrenç yaklaşımların hayatımızdan asla çıkmayacağının gözümüze sokulması! Sosyal, sosyolojik ve psikolojik olarak hasta insanlığın varlığı! Yani West Side Story, özünde güncel bir hikaye.
Dün akşam Zorlu PSM’de, West Side Story müzikalini izledim.
West Side Story, benim her açıdan enteresan bulduğum bir müzikal. Bugüne dek gücünü koruyan bir yapım.
Önce orijinal esere bir bakalım: 1961 yılının Amerika Birleşik Devletleri’ni düşünün. Beyaz tenli ayrımı hala çok baskın!
Bu müzikal, konusu ve hikayesi, isyanı ve anlatmak istedikleriyle, o günün Amerika’sı açısından son derece keskin, fazlasıyla iddialı ve cesur bir müzikal.
Hikayesinin bel kemiği her daim gerçekliğini ve güncelliğini koruyor (maalesef)!
Müzikleri açısından bakarsak: Enteresan! Ben temayı, stili, seçilen müzik türlerinin kombinasyonunu, orkestrasyonu gerçek anlamda orijinal ve daima güncel buluyorum. Her bir parçasını ayrı seviyorum. Kadın, erkek tüm partisyonlarını hoşlanarak söylüyorum, dinliyorum. Müzikalin bestecisi, klasik müzik dünyasının efsane isimlerinden Leonard Bernstein. Parçaların sözleri ise Into the Woods, Sweeney Todd, Company, Anyone Can Whistle, A Funny Thing Happened on the Way to the Forum, Gypsy gibi müzikallerle son derece iyi tanınan besteci ve söz yazarı Stephen Sondheim’a ait. Caz, mambo, rock’n roll birbirine karışıyor ve West Side Story, bir yerde 60’larda müzikal müziğine yeni bir tanım getiriyor. Hatta, şovun ilk destekçilerinden, önemli tiyatro yapımcı/yönetmeni ve The Actor’s Studio’nun kurucusu Cheryl Crawford, müzikalin, o güne dek alışılmış müzikal unsurlarından çok azına sahip olduğu gerekçesiyle şovdan desteğini çekmiş.
Parça sözleri o zaman için devrim niteliğinde bir akıcılığa ve moderniteye sahip. Dans konusunda söz söyleme hakkını kendimde bulmuyorum. Ben bir dansçı değilim. Dans literatürünü bilmem. Ancak bu müzikalde dansın işin baskın unsurlarından biri olduğunu çok çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Amatör bir müzikalci olarak da figürlerin keskin, koreografinin anlatacak gerçek bir hikayesi olduğunu, son derece yaratıcı ve gerçek anlamda dikkat çekici olduğunu da ekleyebilirim. Her zaman her sahne performansında bir dans hareketinin ne ifade ettiğini kolaylıkla anlayamayabiliriz, bazen bir şey de ifade etmeyebilir. Ancak West Side Story’de her bir hareket bir duygu ve durumu net olarak ifade ediyor, resmediyor. Semboller, kostümler, karakterler, sözler, hikaye.. Açılış sahnesini aşağıdaki videoda paylaşıyorum. Şu parmak şıklatmalar bile kendi başına önemli bir sembol!
West Side Story, gerçek anlamda kült bir müzikal. Perde versiyonuyla büyüklerimizin iyi bildiği, bizlerin de büyürken televizyonda sıklıkla karşımıza çıktığı için aşina olduğumuz bir iş. Benim gibi müzikallere merak salan insanların her sahnesini ayrı bir keyifle ve dikkatle izledikleri yapımlardan biri. 7’den 70’e birçok insan bu müzikalden bazı parçaları hayatında en az bir kere, belki de duyduğu ve mırıldandığı şarkının orijinalinde bir müzikal şarkısı olduğunu bilmeden dinlemiş ve mırıldanmıştır: Örneğin Maria gibi ya da Barbra Streisand’dan duymaya çok alışık olduğumuz Somewhere gibi parçalar, hayatın farklı alanlarında kulağımıza çalınmıştır. Ama işte, memleketimizde her şeyi bilmeden sonuna dek yargılamak, bir konuda fikir sahibi olmadan sırf bir mizah sanatçısı öylesine şakalarına konu yaptı diye otomatik olarak kendisini aynı şakaları yapma hakkına sahip görmek alışkanlığı kronik. Ben eminim o şakaları yapan komedyenler iş ciddiye binince, oturup izliyor ve çok da hoşlanıyorlardır… Neyse sonuçta West Side Story hepimizin bir şekilde bildiği müzikallerden de biri.
Bana göre müzikal tarihinin en iyi ensemble parçalarından biri de yine bu müzikalden: Tonight!
Arthur Laurents‘in kitabından uyarlanmış olan filmin sahne versiyonu, ilk kez 1957’de perde açmış. Bu yıl 60. Yılını kutluyor.
The King and I, Fiddler on the Roof gibi onlarca müzikalin ve bale eserinin koreografisine imza atan deha koreograf Jerome Robbins’in yönettiği beyaz perde versiyonu ise 1961 yılında sinemalarda gösterime girmiş. Çoğumuz işte bu film versiyonunu biliyoruz.
Film versiyonuyla West Side Story aynı yıl 10 Oscar almış.
Hikaye, New York’da Manhattan’da geçiyor. İki rakip çete var: ABD’de doğmuş Polonya kökenli göçmenlerden oluşan Jetler ve ABD’ye daha yeni göç etmiş Porto Rikolu Köpekbalıkları. Bu iki çete arasında etnik farklılıklar üzerinden konumlanmış amansız bir çekişme var ve iki çetenin ortasında doğan bir sürpriz ve kısa ömürlü de bir aşk. (Aslında hikaye, Doğu Yakası’nın Hikayesi olarak adlandırılacakmış ve New York’un Güney Doğu yakasında, rakip İrlandalı ve Yahudi çetelerle ilgili olacakmış. Ancak gerçek hayatta Los Angeles’ta Meksika çeteleri arasındaki bölge savaşlarını gören Jerome Robbins, oyun yazarı Arthur Laurents ve besteci Leonard Bernstein, şehrin savaştığı bu hikayeye yoğunlaşmış. Böylece Batı Yakası’nın Hikayesi doğmuş. )
Bu da bir başka Romeo ve Juliette yorumu. (Buradan Hip Hop Shakespeare Company’nin kurucusu rap sanatçısı, söz yazarı ve düşünür Akala’ya bir selam çakalım 🙂 )
Dün akşam müzikali bilmem kaçıncı kere izlerken şunu düşündüm: Bir müzikali 18 yaşında izlemek ve oynamakla 36-37 yaşında, onlarca yaşanmışlık, bilgi birikimi, deneyimin ardından izlemek arasında inanılmaz bir fark var. Buraya girmeyeceğim.
Öte yandan bu tip kült müzikalleri her izleyişinizde, teknik anlamda artistik niteliğiyle ilgili her seferinde başka bir şey fark ediyorsunuz. İnsani değerler ve kavramlar açısından da öyle!
Örneğin etnik farklılıkların insanın hayatındaki lanet olası etkisinden asla kurtulamamasının insanı isyan noktasına getirmesi. Örneğin dünyanın herhangi bir yerinde, her hangi bir döneminde, herhangi bir etnik kimliğe dair bir grup erkeğin, yalnız bir kıza tecavüz etme iğrençliğini gösterebiliyor oluşu. Örneğin, iki insanın ayrı milletlerden ve etnik kökenlerden oluşunun, hayatlarının devamı ve aşkları önünde ölümcül bir engel olabilmesinin acımasız gerçekliği. Veya insan evladının aidiyet ihtiyacı üzerinden kendini gerçekleştirmesi. Ya da şiddeti, grup psikolojisiyle düşüncesizce, sorgusuz sualsiz bir kabul etmişlikle, bir kendini ifade yöntemi olarak seçmek. Veya savaşmayı hayat felsefesi olarak benimseyen çetelerin varlığı. Çete kavramı. Ezmek kavramı. Huzur ve barış arayışı. Göç ve göçmenlik kavramı. Irkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi iğrenç yaklaşımların hayatımızdan asla çıkmayacağının gözümüze sokulması! Sosyal, sosyolojik ve psikolojik olarak hasta insanlığın varlığı! Yani West Side Story, özünde güncel bir hikaye.
Zorlu PSM’de Sahnelenen West Side Story’nin Çok Genç Bir Oyuncu Kadrosu Var
Performansı genel olarak beğendim.
Sahne üzerinde çok genç bir ekip var! Müzikalin orijinali de çok genç insanların hikayesini anlatıyor. Bu açıdan tutarlı buldum. Bu konuda negatif yorumlar da gördüm: Bu insanları 1961’inin Natalie Wood’uyla, Richard Beymer’iyle, Rita Moreno’suyla karşılaştırmak ne kadar doğru! Onlar Natalie Wood, Richard Beymer, Rita Moreno. Kaldı ki müzikal performans olarak bakılınca Natalie Wood’un durumu ortada. Güzelliği, zarafeti, oyunculuğu açısından bir karşılaştırma yapmak da ne kadar doğru..
Bu ekipte Tony’yi canlandıran Kevin Hack, Maria’yı oynayan Jenna Burns ve Anita performansıyla öne çıkan Keely Beirne, ses performansı ve yorumlamalar açısından gayet iyiler. Açıkçası ben son 20 yılda, birçok kez bu müzikalin sahneye koyulduğunu gördüm. Türk ekipler içerisinde daha iyi Maria’lar daha iyi Tony’ler, daha iyi Anita’lar oldu mu, evet, oldu. Bizim çok sağlam müzikalci arkadaşlarımız var, dünyaya taş çıkartacak cinsten yeteneklerimiz var. Ancak onlar, bireysel anlamda daha iyi performans gösteren müzikalci arkadaşlar. Öte yandan, biz burada bir prodüksiyondan, orkestrasından kostüme, koreografisinden sahne setlerine ve tasarımlara, kostümden makyaja ve ses sistemine dev bir organizasyondan bahsediyoruz. Ve bence totalde bu organizasyon, görülmeyi hak ediyor. Ben bu dev performansları desteklemek gerektiğini ve ana eserin alıştığımız ikonik oyuncularıyla karşılaştırmanın sonuna kadar hatalı olduğunu düşünüyorum.
Burns ve Hack’in partilerinin pek de kolay olmadığını unutmamak lazım. Gayet güzel bir şekilde piyanoya düşüyorlar, forse etmiyorlar, ben bunu çok sevdim. Benim izlediğim performansta maalesef Kevin Hack birkaç kere entonasyon ve metronom sorunu yaşadı. Ancak ben yine de sesinin kalitesini, tınısını beğendim. Jenna Burns gayet pürüzsüzdü.
Orkestra için laf etmek olanaksız! Ancak şunu söyleyebilirim: Belki metronumu biraz daha yüksek olabilirdi. Bu, çok genç, çok dinamik, keskin geçişleri olan bir eser. Dün akşamki performansta bence metronom ve tempo bir nebze düşüktü. (Buradan Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi orkestra şeflerinden Fahris Akarsu’ya selam olsun. Onun West Side Story yorumlarının dinamizmi insanı koltuğunda oturtmayacak cinstendi. Çok derin olurdu. )
Sahne konstrüksiyonunu çok beğendim. Işık ve set tasarımı iyiydi.
“Çok uzundu” diyenlere yanıtım: Kessinler mi? Nedir yani? Eser uzunsa, uzundur 🙂 Yanlış bir kriter.
“1957’de yazılmış işi 2017’de aynı şekilde sahnelenemek de biraz komik” diyen bir köşe yazarı gördüm. Bu da tuhaf! Orijinalini, orijinalinin hafif değişmiş bir versiyonunu ya da tamamen modernize edilmiş bambaşka bir versiyonunu sergilemek, yönetmenin kararıdır. Her eser, yönetmeninin yorumuyla değişir. Eserlerin orijinal versiyonları da modernize versiyonları da artık başka eserlerdir. Bu gözle görmek lazım. Sizin kafayla bakarsak Shakespeare eserlerinin vay haline!
Kişisel olarak, kadın karakterlerin kostümlerini zayıf buldum. Daha sofistike kumaşlar ve kesimler seçilmeliymiş. Orijinaline sadık kalarak yapılmış eserde, Dance at the Gym, I Feel Pretty, America gibi kadınların kıyafetlerinin şov yaptığı sahnelerde insanın gözü o yoğunluğu ve hareketi arıyor.
America sahnesinin orijinalindeki erkek-kadın atışması çok güzel bir atışma. Elbette, bu yönetmen kararıdır. Yine de ben neden çıkarılmış acaba diye merak ettim.
Bunun canlı performans olduğunu ve orkestrayı takip etmek durumunda olan kadronun aynı zamanda dans ettiğini de unutmamak lazım! Genel olarak tüm ekip dans figürleri, ses performansları açısından iyiler.
Benim yıldızım Anita karakterini canlandıran Keely Beirne oldu 🙂 Her açıdan iyiydi.
West Side Story, 18 Mart 2017 tarihine dek Zorlu PSM’de sahnelenecek. Ben, gidin, izleyin, dikkat edin, takip edin, hikayeye de danslara da karışın, derim.
Her performans ayrı bir dünyadır. Her performansın kendine ait dinamikleri vardır. Her insan, başka bir gözle izler eserleri.
İyi ki PSM var da bu ülkeye büyük prodüksiyonlar daha sıklıkla geliyor ve yurt dışına çıkma imkanı olmayan sahne sanatları meraklıları turne kastlarıyla büyük çaplı sahne prodüksiyonlarını kolaylıkla izleyebiliyorlar.