Avrupa’yı seviyorum. İnsanlar bu sevgimi bazen anlamayabiliyorlar: Soğuk Avrupa’nın hele de Kıta Avrupa’nın nesini sevdiğimi hep merak ediyorlar.
Nesini seviyorum? İnsanlar tarihini koruyor, tarihi koruyarak yaşıyorlar ve ilerliyorlar. En eğitimli insanlar dahi, bizdeki gibi büyük şehirlere, çirkin binalara, egzoza, sönük yeşilliklere ve gri atmosfere bağlı kalmıyorlar. Klimalı iş kulelerinde ruhlarını söndürmüyorlar. Ortaçağ’dan bu yana mimari açıdan tek bir parçası değişmeden korunan son derece estetik dağ kasabalarında, dedelerinin dedelerinin dedelerinden beri ailece yaşadıkları yuvalarında, doğdukları çevrede, insan beynine, zekasına ve yeteneğine yakışır kaliteli hayatlar sürüyorlar. Toprağa ve doğaya yakın yaşıyorlar. Bunlarla birlikte de gelirlerini refahla devam ettirecek mesleklere sahip olabiliyorlar. Sevdiklerine kolay ulaşıyorlar, güzel sofralara oturup heybetli yemekleri son derece mütevazi bir ruh halinde yiyorlar. Şarap, ihtişamlı, dev ve dizayn unsuru kadehlerde içilmiyor. Sofrada su bardağıyla içilen bir kadeh şaraba eklenen gerçek meze, keyif. Bizdeki gibi gösteriş olsun diye değil..Trafikte geçen sefil ömrün çaresizlikle örülmüş ızdırabını üzerinden bir an evvel atma arzusuyla da değil. Yılda bir kez gidilecek o tatilin ayarlanması hayaliyle falan da içilmiyor o şarap… İçiliyor, çay gibi…Keyifle ve abartılmadan.
İşte, Orvieto, tam da bu tip kasabalardan biri. Böyle bir yer var, evet. Çok özel, güzel ve değişik bir yer.. Uzaktan bakınca, bir ovanın ortasında dev kayalıkların üstüne konulmuş, bir nevi surlarla çevrili koca bir kasaba göründüğünü hep söylerler. Ben ilk gördüğümde, çocukken 1 yıl yaşadığımız Mardin’e benzettim. Mardin’in merkezi, ben 6-7 yaşındayken yani 1986-1987’de Kızıltepe’nin dümdüz ovasını geçtikten sonra, otobüsle, dolmuşla dolana dolana çıktığımız çıplak bir dağın tepesindeki merkez ilçeydi, bir dağ kasabası gibiydi. En tepede kalesi, altta birbirine paralel iki uzun ana cadde, altlı üstlü eğimli bir şekilde ovaya uzanan taş evler, oymalar, dar ve merdivenli sokaklar, sarımsı tatlı bir taş kent, kavruk ve sıcak bir atmosferdi Mardin. Metal kaplarda yenilen lezzetli dondurmalar, alüminyum tepsilerde satılan tereyağlı, cevizli güzel baklavalar, sokaklarda eşekleriyle dolaşıp taze nohut satan amcalar, beyaz tenli, tülbentli, çekinerek gülüşen, sıcakkanlı, renkli gözlü ablalar, teyzeler, badem şekeri, üzüm, diplerindeki özütlerini çektiğimiz dağ çiçekleri… Sarı ve kavruk, farklı ve özel bir kent.
Orvieto da kocaman bir kayalığın üstünde sarımsı, sıcacık taştan ve büyülü bir kent. Çocukluğumdaki Mardin merkez gibi: Kendine özel, barışçıl bir yer. Sanatçısı bol, ortamı sıcak, bağlarla çevrelenmiş ve dünyanın bugününden farklı atmosferi olan, çok özel bir yer. Aslında bir kent. Ama ben kasaba diyorum 🙂
Biz yıllar önce, Kappa Tur’la gerçekleştirdiğimiz Büyük İtalya Turu’ nda, Roma’dan Floransa’ya doğru giderken, Umbria bölgesinin bu güzeller güzeli kentine uğradık. Çok güzel bir turdu. İyi ki katılmışız. Buradan Kappa Tur Genel Müdürü Kaan İşçil’ e ve rehberimiz Burak Özdeniz’ e de selam olsun 🙂
Orvieto, milattan önce 9 yy’ dan bu yana varlığı bilinen bir Etrüsk şehri. Millattan önce 3. yy’ da Romalılar şehri fethediyor. Milattan sonra 1200’ e geldiğimizde, Orvieto, bir kent devlet haline geliyor. Politik olarak iyi organize olmuş, bölgenin merkezi konumunda, zengin ve refah düzeyi yüksek bir kent. Sonraları şehir papalığa bağlanıyor. 1860’ta ise İtalya Birliği’ne katılıyor. Burada tarihine girmeyi çok istemiyorum. Orta Çağ’dan bu yana iyi korunduğunu bilmemiz şu aşamadan yeterli.
Orvieto’ ya tren istasyonunun hemen yanından hareket eden fünikülerle birkaç dakika içinde çıkılıyor. Biz, fünikülerden inince, tur vakit tasarrufu için öyle ayarladığından Duomo Meydanı’na otobüsle çıktık. Şimdi gitsek tabii ki yürürüz 🙂 Ancak biraz yokuş olduğunu belirteyim.
Duomo Meydanı görkemli Orvieto Katedrali’nin bulunduğu büyükçe bir meydan.
Katedral, 1290’da yapılmaya başlanmış. İtalyan gotik mimarisinin güzel örneklerinden birisi.
Cortona’ lı İtalyan ressam Luca Signorelli, bu katedralin fresklerini bitiren ve göz alıcı güzelliğini veren usta isim. 1499’da Orvieto’ ya gelmiş ve kısa bir vakitte freskleri bitirmiş. Ünlü edebiyatçı Nedim Gürsel’in Nisan 2016’da Hürriyet Seyahat’ te yayınladığı Orvieto’daki Cennet ve Cehennem başlıklı yazısında konu hakkında daha detaylı bilgi paylaşıyor. Çok güzel bir yazı. Okumanızı tavsiye ederim.
Orvieto Katedrali, izlemesi çok keyifli bir katedral. Çok detayı var. İnsan incelemeye doyamıyor. Ön cephesi çok güzel, çok zengin. Heykelcikler, ince işçilik eseri sıra sıra taş kabartmalar, kırmızı, mavi ve altın mozaikler, insanı şaşırtan işçiliğiyle dev bir dantel örtüyü anımsatan yuvarlak pencere, dev bronz kapılar, bu renkliliğe tezat yan kanatlarıyla Orvieoto Katedrali, halk arasında Golden Lily (altın zambak) olarak anılıyor. San Brizio Şapeli için Luca Signorelli’ nin baş şaheserlerinden biri deniyor ve akustiğin muhteşem olduğu söyleniyor. Bir sonraki gidişimizde muhakkak içinde vakit geçireceğiz.
Meydanda, katedralin hemen karşısında Orvieto Opera Binası var, içini gezmek maalesef nasip olmadı. Çok etkileyici olduğunu söylüyorlar.
Yeri gelmişken söyleyeyim: Bizim Orvieoto ziyaretimiz, uzun rutlu bir turun çok kısa zamana sığdırılması gereken bir adımıydı. Bu yüzden, biraz yüzeysel oldu, ancak kendimize Orvieto’ yu not aldık, tekrar gideceğiz.
Orvieto’ nun altında yatan bir mağara şehir var, odalar, tüneller, mağaralar, geçitler, su sarnıçları var. Tek başınıza gezmenize izin verilmiyor. Ancak bir rehber eşliğinde bu mağaraları gezebilirsiniz. Söylenene göre, kuşatma olursa, bu tüneller aracılığıyla şehrin altından kaçmak mümkünmüş. Detaylar için Orvieto Underground‘u inceleyebilirsiniz.
Orvieto’ da gerçekten iddialı derinlikte kuyular da var. Füniküler çıkışına yakın San Patrizio ( St Patcrick) Kuyusu bunlardan biri. İçini göremedik, ancak fotoğrafları şanını doğrulayor. İnsan, derinliği ve düzeni karşısında şaşırıyor. Bir taraftan inip diğer taraftan çıkılıyor ve deneyimleyenler, özellikle de İtalya’nın kavurucu yaz sıcaklarında insana çok iyi geliyor, diyorlar. Opera Binası, katedralin hemen yanındaki Soliano Sarayı ve Emilio Greco Müzesi, Claudio Faina Müzesi, Crocifisso del Tufo Nekropolü, Ulusal Arkeoloji Müzesi, Etrüsk kalıntılarını görebileceğiniz Belvedere Tapınağı, Torro del Moro, Curso Cavour, Perşembe ve Cumartesi günleri açıldığı söylenen Pazar, Orvieto için yapılacaklar, gezilecekler, görülecekler listesindeki yerler.
Duomo Meydanı’ nda rehberimizin briefinin ardından biz kendimizi doğrudan sokak aralarına attık. Dar sokaklar, kemerlerle birbirlerine bağlanan geçişler, avlularda dev saksılar, bitkiler, kaktüsler, çiçekler, bisikler ve motorsikletler, demirden aplikler, güzel kapılarıyla Orvieto çok şirin İtalyan kentlerinden biri.
Orvieto, seramik, çanak-çömlek, ahşap ve el işçiliği gerektiren objelerin tasarımında, üretiminde ve satışındaki uygulamaları nedeniyle örnek bir kent.
Tezgahlar, dükkanların vitrinleri, ara sokaklardaki galeriler, her şey insanı şaşırtıyor. Ürünlerin işçilikleri çok iyi. Ayrıca son derece esprili ürünler var. Kuklalar, porselen, ahşap biblolar, maketler, seramik tabaklar büyüleyici. Biz Bottega Michelangeli/Michelangeli Butiği’ ne bayıldık.
Mağazanın brandingi harika. Önündeki ahşap at, mağazanın oyulmuş katman katman ahşaplardan oluşan kapıları, karşısındaki tatlı inek formundaki bank… Herşey ustalık, tasarım, kalite ve estetik kokuyor. Ahşap işçiliğinde uzmanlaşmış bu butikte, oyuncaklar, kuklalar, masa üstü, duvar üstü objelerinden dolap, masa, yatak ve kütüphane gibi iç mekanda kullanılacak tasarım ürünü etkileyici mobilyalara, lamba, ayna gibi dekorasyon ürünlerinden, dış mekan panellerine ve banklara kadar değişen, geniş bir ürün yelpazesi sunuluyor. Bir çok tasarım ödülüne sahipler. Ben, evimde ve bir dükkanım olsaydı dükkanımda Bottega Michelangeli ürünlerini görmek isterdim. Farklı, orijinal ve güzeller !
Kuklalar müthiş güzeller…Bu dükkan Roma, Floransa, Venedik ya da Milano’da değil, dikkatinizi çekerim. Bir dağ kentinde. Roma ve Floransa arasında bir noktada. Türkiye’de bana bunun gibi kaç örnek sayabilirsiniz?
Bottega Michalengeli, bulunduğu sokağı, inek bankı, siyah ahşap atı, siyah ahşap baş figürlü müthiş güzel bankıyla bir tür hatıra köşesine çevirmiş desek yeridir !
Bu arada, inek bankımızda Namık’la birlikte bir fotoğrafımız olsun dedik, gelen geçen durmadığı için ya solunda ya sağında biri kaldı, çok güldük…
Bütün butik, mağaza ve dükkanlar sattıkları ürünler itibariyle çok güzel ama bazıları ayrışıyor.
Memo Concept Store da bunlardan biri ! Logosu, logotipi, ikonu çok şirin, ben bayıldım. Memo’ sta çok güzel seramik ürünleri var, ince işçilik, zarif seramik ürünler ağırlıkta diyelim.
Mutfak malzemeleri, masa üstü objeleri, saat, minder kılıfı gibi dekorasyon ürünleri ağırlıklı Memos da uğramanız gereken duraklardan biri.
Erica’ nın minik seramik objeleri, Giacomini’ nin rengarenk tabakları, kaseleri, Betty Boop’ larıyla Mago di Oz’ un büyülü dünyası, görülebilecek onlarca mağazadan bir kaçı.
Sokak tezgahlarında müthiş güzel objeler, mıknatıslar, sarkaçlar satılıyor. Ben de bu porselen magnetlerden aldım ve genel olarak İtalya’dan aldığım en güzel magnetleri Orvieto’ dan ve bir de Siena’dan aldığımı söyleyebilirim .
Yıllar geçti tabii. O nedenle bu müthiş minik evleri, güzel melekleri hangi dükkanda gördüğümü hatırlamıyorum ama işte size Orvieto dükkanlarında neler satılıyor göstermek için iyi bir yol.
Orvieto aynı zamanda, şaraplarıyla da çok ünlü bir kent. Bölgenin şarapları arasında Orvieto şaraplarının da yerini aldığını söyleyelim. Dükkanlarda şarap, pecorino peynirleri ve şarküteri ürünlerini müthiş üçlü olarak bir arada bulabilirsiniz. Yeriniz ve imkanınız var ise muhakkak 1-2 şişe almanızı tavsiye ederim. Vaktiniz var ise bir kadeh Vino Bianco Orvieto Classico’yu yerine içmenizi de öneririm 🙂
Orvieto, tekrar gideceğimiz, 1-2 gün kalıp daha derin deneyimleyeceğimiz, pazarın peynir alıp yiyeceğimiz şehirler listemizde. Size de tavsiye ederim.