Son derece hummalı bir genel prova hazırlığının ortasında Işık Odası’nda buluyorum Onur Turan‘ı. Akşam üzeri. Sabahtan bu yana kahvaltı etmemiş. Projenin Müzik Direktörü Çelik Kasapoğlu, son detaylar üzerine ince notlarını alıyor. Ekip heyecanla bekliyor. Genel prova başlayacak.. Genç bir kadro, işe yürekten inanmış profesyonel insanlar, merakla Rent Müzikali’ni izlemeyi bekleyen müzikal severlerle tamamen Türkçe bir performansla bir araya gelecekleri için inanılmaz mutlular. Ekip koşuşturuyor. O nedenle, Rent’in rejisinden sorumlu arkadaşım Onur Turan, Proje Koordinatörü Malik Derin Küçümen ve oyunculardan o sırada müsait olabilenlerle Rent’i, projenin neden önemli olduğunu, bir müzikali baştan sona Türkçe performe etmenin güzelliklerini ve önemini, Rent’in derinlemesine işlediği evrensel meseleleri ve empati kavramını konuştuk. Epeyce uzun bir röportaj olduğunu söylemeliyim.
Rent, 11 Nisan’da saat 20:30’da Ataşehir Mustafa Saffet Kültür Merkezi’nde, 12 Nisan saat 20:30’da Kozyatağı Kültür Merkezi’nde ve 13 Nisan’da saat 20:30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde sahne alacak. Biletleri Biletix’ten veya kültür merkezlerinin gişelerinden temin edilebilirsiniz.
Ben buradan Ataşehir Belediyesi‘ne, Mustafa Saffet Kültür Merkezi projelerinden ötürü ve sanata bu kadar büyük katkıda bulunduklarından ötürü çok teşekkür ederim, Mustafa Sanat Kültür Merkezi Genel Sanat Yönetmeni Oben Özkal‘ı da ayrıca tebrik ederim. Buradan Bakırköy ve Bahçelievler Belediyesi yetkililerine de böyle güzel, aktif, farklı ve gerçek anlamda tarafsız sanat-kültür aktivitelerinin, ders ve çalışmaların gerçekleştirildiği, içine öğrencilerin girip çıktığı, insanlara güler yüzle ücretsiz çay ikram edilen böyle bir kültür merkezi istediğimizi bildirmiş olalım.
Son olarak yazı genelinde kullandığım fotoğrafların büyük bir çoğunluğu Ali Erenus‘a ait. Gerçekten çok güzel fotoğraflar. Oyunun ruhunu doğrudan yansıtıyorlar. Kendisinin gözlerine sağlık 🙂
ONUR TURAN: RENT, MÜZİKAL TİYATRO TARİHİNİN MİHENK TAŞLARINDAN BİRİSİ
Onur, Merhaba. Baya bir hummalı bir çalışma içindesiniz. Aslında genel prova bölmeyi pek sevmeyiz ama ancak bir araya gelebildik.
Benim aklıma şu saate dek bu tempo içinde tabii ki yemek yemek gelmedi. Sayende ben de bir şeyler atıştırıyorum 🙂
Rent Türkiye’de daha evvel de sahne almıştı aslında. İlk kez görmeyeceğiz ama bugün buradaki işin bir özelliği var: Siz bir ilke imza atıyorsunuz çünkü dünya çapında marka olmuş bu müzikali yine dünya standartlarında ve telif haklarının gerektirdiği kurallar çerçevesinde sahneye koyuyorsunuz. Üstelik tamamen Türkçe.
Evet.
Nasıl gelişti bu hikaye?
İÜDK’da Bergüzar Çelebi Hocamızın öğrencilerinden oluşan, kendisinin önderliğinde, CKM gibi profesyonel sahnelerde yıl sonu gösterileri yapan bir ekip. Bu gösterilerin adını Journey to Broadway, Broadway’a Yolculuk koyuyorlar. İşler böyle başlıyor ama her işte olduğu gibi aşkla başlayan iş, ciddiye binmeye başlıyor. Bir başarı, bir sonraki noktada artık daha üstün bir şey ortaya koymanı gerektiriyor. Çocuklar da bunu yıllardır yapıyorlar. Sanırım 8 yıldır Journey to Broadway ekibi, sene sonunda, genelde müzikallerden seçmelerden oluşan bir sene sonu gösterisi yapıyorlar. Bugüne kadar çok da güzel şeyler yapmışlar. Ben ekiple geçen yıl tanıştım. Hem Rent müzikalinden hem West Side Story müzikalinden geniş bloklar halinde seçkiler olan bir performanslarını izledim.
Evet, onu ben de izledim ve gerçekten çok güzeldi.
Ben çok keyif aldım. Yarı zamanlı konservatuvar okuduğum yıllardaki o müzikal tiyatroya olan aşkı ve heyecanı paylaşan insanları görünce, bir de hepsiyle tanışıp az çok sohbet edince, aslında hepsinin benim de geçtiğim yollardan geçtiklerini, farklı üniversitelerde farklı bölümler okuyarak ve oldukça iyi eğitimler alarak bir yandan da müzikal tiyatroya gönül vererek, aşkla işler yapmaları beni de çok heyecanlandırdı. Çelik Kasapoğlu onların zaten Müzik Direktörlüğü’nü yapıyordu, beraber çalışıyorlardı. Bu sene için de yeni projelerinde reji anlamında benimle birlikte çalışmak istediler. Hem Çelik’in tavsiyesiyle hem de tanışmamız sonucunda birlikte bir şeye girişmeye karar verdik.
En başta düşüncemiz Rent ve ikinci bir başka müzikali bir arada yapmaktı. Fakat önce elimizdekini kullanmayı tercih ettik. Çünkü Rent hem başlı başına sahnelemesi, performansı oldukça zor ama aynı zamanda bir pop-rock müzikal olması sebebiyle geniş kitlelere hitap edebilecek bir müzikal. Çok ölümsüz melodileri, kulaklara aşina olmuş parçaları var. Tüm konservatuvarlarda öğrencilerin ezbere bilip sınav parçası yaptığı birkaç Rent parçası var. Bunun dışında, işlediği konu çok evrensel. Puccini’nin La Boheme’inden çok ciddi bir adaptasyon. Zaman ve mekan farklı olsa ama konular evrensel.
Ben öykünen diyorum, sen adaptasyon diyorsun.
Evet, çünkü çok benzer şeyler var. Orada Mimi, burada da Mimi var. Karakterler arasında daha başka isim benzerlikleri de var. Orada o zamanın ince hastalığı tüberküloz var. Burada AIDS var. Aslında 90’ların çok önemli ve evrensel bir konusu AIDS. Belki de kendi aramızda da konuyoruz. Bugün yapılsa, belki bu hikaye kanser olmalıydı. Tabana yayılmış, herkesi etkileyen bir hastalık. Burada tabii iki eser arasındaki bağlantıda en önemli detay, bohem hayata vurgu. O protest duruş, o özgürlükçü düşünce geçmişten günümüze değişmeden kalmış. Sabit kalacak ögeler üzerinden çok güzel bir adaptasyon olduğunu düşünüyorum.
Ekibimiz çok genç. Çok dinamik. Başka müzikaller de düşünüyorduk dediğim üzere. Umarım ileride onları da gerçekleştiririz. Ekibimizin yapısına, dinamizmine çok uygun bir müzikal. Konular olarak da artık hepimizin aşması gereken meselelerden bahsediyoruz. Artık sadece ırk değil, her konu bir diskriminasyon. Tercihler, sosyal hayat… Her anlamda bu ayrıştırmaların ötesine geçebilecek bir eser. Söyleyecek sözü olan bir müzikal. Yani altı dolu. O nedenle bunu seçtik. Yapmasının çok zor olacağını en baştan biliyorduk. Yine de tahmin ettiğimizden de çetrefilli ve çetin bir süreç geçirdik.
Her yapabileceğimi şeyi daha iyi şekilde yapabileceğimizi anladığımız anda daha iyisini yapmaya çalıştık ve üstüne bir şeyler koyduk. Sonuçta, profesyonel prodüksiyon şartları altında bir şeyler gerçekleştirdik.
Peki nasıl aldınız telif haklarını? Zor olmadı mı?
Hiç zor olmadı. Burada aslında koordinatörlerimizden Malik Küçümen’in büyük emeği var. Önce İngiltere’deki ajansla görüştük. Ancak bu müzikalin haklarını Amerika’dan alabileceğimizi öğrendik. Daha sonra Amerika’daki Music Theatre International ile iletişime girdik. Bizim bu oyun için lisanslamamız amatör.
Amatör lisanslamayı kısaca şöyle izah edebilirim: Biz yaptığımız prodüksiyonun ancak giderlerini karşılayabilecek şekilde bir şekilde bu işin içine giriyoruz. Profesyonel bir kazanç elde edimi söz konusu yok. Amatör lisanslama, kısa sürede ve az sayıda bir sahneleme üstüne dayalı. Ancak bu yüzden de temsil başına düşen lisanslama ücreti oldukça yüksek. Türkiye şartlarına göre çok yüksek. Ancak profesyonel bir seçeneğin içine girip bir sezonluk ya da uzun süreli bir lisans alamayacağımız için bu tarz bir seçim yaptık.
Bu noktada bizim Genel Koordinatörü’müz Oben Özkal’a da teşekkür etmemiz lazım. Bizim evimiz dediğimiz, Mustafa Saffet Kültür Merkezi ’nin Genel Sanat Yönetmeni. Hem kendi müzikal tiyatro aşkı ve sanata olan sevdasıyla bize buranın kapılarını açtı. Biz bütün provalarımızı burada çok güzel bir şekilde gerçekleştirdik Ataşehir Belediyesi’nin bu konuda ciddi desteği oldu. Buradaki tüm ekip bu işi kendi işleriymiş gibi benimsediler. Sesteki-ışıktaki arkadaşımız, buranın çalışanı. Belediye de burası da bize her konuda destek oluyorlar. Sağ olsunlar bizi Ataşehir Uluslararası Tiyatro Festivali’nin programı dahiline aldılar. Bizim 11 Nisan’da Mustafa Saffet Kültür Merkezi’ndeki gösterimiz, Rent Müzikali’nin 20. Yılında Türkiye’de ve Türkçe oynanan versiyonuyla uluslararası bir festival kapsamında sergilenecek.
Buradan daha ilerilere taşınır işler bakarsın.
Tabii ki.. Bizim bir müzikal yapmamızın bir amacı da buydu. İstanbul’da çok güzel salonlar var. Bunlardan en büyük olanı, en prestijli olanı, şu anda müzikalleri ithal ediyor. Bizim aslında ihraç edilebilecek, bize ait müzikallerimiz olmalı. Tabii ki bunun ispatı için önce rüştü ispatı gerekiyor. Biz bu sektördeki bir çok tarafa, Türkiye’de çok yetenekli insanların olduğunu, burada bu işin okulunun olduğunu, bu işe gönül veren insanların olduğunu, çok yetenekli insanların keşfedilebileceğini ispatlamak amacıyla bunu yapıyoruz.
Hep yurt dışından ithal müzikaller geliyor. Tabii ki çok güzel prodüksiyonlar. Ancak biz müzikallerin bilet ücretlerini ödüyoruz. Onlar da bizim bilet ücretlerini alıp yurt dışına gidiyorlar. O zaman biz sadece bu işi tüketmiş oluyoruz. Hiçbir şey üretmiş olmuyoruz.
Tabii ki bizim yaptığımız bu müzikalde de biz bir şey üretmiyoruz, Rent müzikalini yeniden yazmıyoruz. Ancak insanlara bir şeyi ispatlıyoruz. Yani Rent’i Türkçeye çevirerek, en azından birincisi bu tarz işlerin sadece kendi dilinde yapılmadan da sahnelenebileceğini gösteriyoruz. Sonuçta sinema filmlerini de kendi dilimizde izlediğimizde iyi çevrildiyse, iyi seslendirildiyse yadırgamıyoruz. Bir müzikali neden yadırgayalım? Yeter ki doğru prozodiyle, müzikal anlamda doğru çevrilsin ve librettosu doğru bir biçimde yazılsın.
Gördüğüm kadarıyla bu provada sahnede gördüğüm performans gayet keyifli. Hele ki Türkçesi ciddi anlamda doğal olmuş. İnsanı rahatsız eden, kulağını tırmalayan hiçbir şey yok. Tebrik ederim.
Rent’e geri dönersek, aslında yazılı bir tekst yok, yoruma açık. Özellikle oyuncuların olayları ve karakterleri yorumlama biçimleri açısından. Oyuncular kendi karakterlerini anlattıktan sonra kendi düşüncelerinin bu yönde olduğunu söylüyorlar. Sonuçta karakterlerin net tarif metinleri yok. Yani Sefiller’deki Jean Valjean karakterini vücuda getirmekten bahsedemiyoruz mesela..
Rent de Sefiller gibi çok büyük bir yüzdesiyle çok az diyalogu olan, “song through” bir müzikal. Yani baştan sona müzikle başlayıp müzikle biten bir müzikal. Konuşma bölümleri var ama az. Bu da karakterlere ait ipuçlarının şarkı sözlerinden yakalandığı bir müzikal. Rent’in orijinal librettosunda da bir alt metin yok. Yani yazılmış karakter özelliklerini belirleyen metinler yok. Şarkı sözlerinden, olaylardan çıkardığımız yorumlamalarla ilerliyoruz.
İşte o yüzden Sefiller örneğini verdim 🙂
Evet, bilenler bilir: Sefiller’in müzikali full score’u 400 sayfaya yakın, Victor Hugo’nun Sefiller’i 1700 sayfalık bir kitap. Doğal olarak daha çok bilgi, daha çok enformasyon var.
Öyle olunca yönetmenin işi de değişiyor tabii. Yoruma açık çok az öge varken ve tam tersi ipuçlarını okuyarak hareket etmek epey farklı..
Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim. Biz bu Broadway prodüksiyonunu, ilk haliyle, yani off-Broadway’de ilk kez sergilendiği zamandaki amatörlüğüyle yapabilmeye odaklandık. Çünkü prodüksiyon bütçeleri ve imkanları dahilinde de bizim yapabileceğimiz en optimum şey de bu. Biz bir Broadway müzikalini Broadway standartlarında getirdik demiyoruz, ancak off-Broadway’den çıkarak Broadway’e gelmiş çok başarılı bir işi, en az onlar kadar amatör ruhla ve aşkla en azından bir off-Broadway prodüksiyonuna yakın şekilde sahneleyerek bu işe başlıyoruz.
Oradaki karakterler de bu şekilde şekilleniyor. Çalışmalarımızı hep sözler üzerinden, durumlar üzerinden, karakterin hangi ruh halinde, hangi geçiş durumunda olduğunu, o şarkının neden söylendiğini düşünerek ve bu yol üzerinden çalışarak hareket ettik.
Belki daha evvel Rent’i izlememiş, ilk kez sizinle izleyecek olan okurlarımız vardır. Onlar için Rent’in konusu nedir? Nelere dikkat çekiyor? Senin için gerçekten önemi olan kısmı ne? Sonuçta sen de bir müzikal sanatçısısın, bir opera sanatçısısın.. Böyle bakarak değerlendirmeni rica edebilir miyim?
Rent, müzikal tiyatroyu takip eden insanlar için, kendi döneminde, kendi çağında çığır açmış bir müzikal. Hem hikaye radikal, hem de prodüksiyonun yapım aşamasında, Broadway’de sahnelendiği zaman yaşanan sürprizler, trajik durumlardan ötürü de müthiş bir çıkış yakalamış bir müzikal.
Bunlardan birisi, bestecisi Jonathan Larson’un bir hastalık nedeniyle sahnelendiğini göremeden vefat etmiş olması.
İkinci olarak o dönemde, New York’ta 90’larda yaşanan bu hayat, aslında bir çok filme konu olmuştu. Angels in America oyununda ve dizisinde de kullanılan temalar. O dönem, Amerikan halkının da cinsel tercih özgürlüğünü yeni yeni keşfettiği bir dönem. Hastalıkların, bağımlılıkların hat safhada yaşandığı, New York’un Manhattan’ın bugünkü gibi olmadığı, gerçekten bir çok yerin çok da tekin olmadığı, küçücük bir Manhattan adasında çok farklı kültürlerin, sosyo-kültürel, ekonomik farklılıkta yapıda insanların yaşadığı bir dönem. Bohem hayat müzikalin içinde var. Sürprizler var. Hepsi fakir oldukları için bohem değiller. B bir tercih, bir yaşam biçimi. Bu müzikalin savunduğu en büyük şeylerden biri de bu: Hayat sadece belki de parayla kazanılmıyor. Hayat aşkla, sevgiyle kazanılıyor. Müzikalin en bilinen, en vurucu melodilerinden biri, bestecinin bir yılı dakikalara bölerek aşkla anlatması. En büyük bağlayıcılığı, tüm karakterleri bir araya getiren ortak noktada toplayan tema bu.
Rent bunlarla beraber, off-Broadway’den Broadway’e taşınan bir müzikal olduğu ve anlattığı hayatta bohem hayat olduğu, oysa Broadway biletleri çok pahalı olduğu için, kendisiyle zamanında çelişen de bir müzikal. Ancak bir çözüm bulmuş. Broadway tarihinde şu anda iyi bilinen, ancak o zamanlar için ilk kez yapılan bir uygulama: Loto biletler. En ön sıra biletlerini çok cüzi rakamlara satmaya başlıyorlar. Bunun üzerine, gişe etrafında kilometrelerce kuyruklar oluşuyor. Birden çok ünlü oluyor.
Başa gelen tarihsiz olaylar, yaptığı bu tip Broadway’in aşina olmadığı hareketlerle birdenbire çok nam salıyor. Amerikan tabiriyle “Rent-head”, yani “Rent kafalı” insanlar oluşmaya başlıyor. Aynı zamanda o döneme bir stil veriyor. O yaşam tarzları, o cesurluk, oyundaki kostümleriyle o tarz yaşayan insanlar da oluyor. Hayranlarında etkisi büyük. O nedenle, müzikal tiyatro tarihinin önemli mihenk taşlarından da biri Rent. Bu nedenle de bir Phantom of the Opera kadar Rent’i de bilmek gerekiyor.Rent gibi başka müzikaller de var aslında. Önemli bir toplumsal soruna değinen, günün dilini kullanan, alışılagelmiş hikayelerin dışında sahneler veren başka müzikaller de var.
Evet. Rent’in bu noktada farklı bir duruşu var. Popüler değil gerçek derin konulara sahip bir müzikal.
Rent algıda bir empati yarattığını düşünüyorum. Oyuncularla da konuştuk. Komplike karakterler ve her birinin AIDS ile çok ciddi bir bağlantısı var. Bu sahneden dışarı çıktıkları noktada AIDS hastalığına ve bunu yaşayanlara bakış açıları ciddi bir biçimde değişikliğe uğramıştır. Daha da iyi anlıyorlardır ne hissettiklerini. Üstelik dünyada da o günkü gibi bakılmıyor bu hastalığa. İnsanlar o kadar korkunç biçimde dışlanmıyorlar. Bilinç seviyesi de artmış durumda. Matthew McConaughey’nin Sınırsızlar Kulübü’nde yaşadığı dışlanma inanılmaz bir şey sonuçta… Yani o gün bu müzikalin etkisi çok kuvvetliydi bence de. Bugün de yarattığı empati dalgası çok kuvvetli. Çünkü her şeye rağmen bugün bazı insanlar hikayenin nasıl boyutları olabileceğini hala hiç düşünmüyorlar.
Müzik Direktörü Çelik Kasapoğlu son derece titiz, değil mi?
Çok. Örneğin müzikalin Türkçe’ye çevrilmesi noktasında müzikalin oturması, prozodi, uyumluluğu anlamında tabii ki onun büyük etkisi var. Çelik Hoca ve Malik’in bir kelime için, sadece bir kelimeyi doğru prozodiye oturtmak için 1 saat oturup çalıştıkları zamanlar oldu.
Türkçeleştirme konusu açılmışken.. Türk kültürüne bir adaptasyon oldu mu?
Ben uygun bulmadım. Hikaye Manhattan şehrinin doğusunda geçiyor. Burada geçen bir müzikalde, baştan burada geçtiğini söyleyerek açtığınız, isimlerin Mark, Collins, Maureen olduğu bir hikayede ne kadar Türk kültürüne adaptasyon yapabilirsiniz? Benim için orada önemli olan Türk kültürüne adaptasyon bize bir fayda sağlamayacaktı. Konuların bir dili, ırkı yok. Herkesin başına gelebilecek evrensel meseleler. O nedenle özellikle de imtina ettim.
Bu senin ilk profesyonel yönetmenlik deneyimin mi?
Aslında hayır. Üniversite yıllarında zaten çok içindeydim. Müzikal işler yaptığımda hep reji de yapıyordum. 2007 yılında BKM’nin sergilediği Hisseli Harikalar Kumpanyası’nda Haldun Dormen’le çalışma fırsatı buldum, yönetmen yardımcılığını yaptım. Sonrasında 2008 yazında Harbiye Açık Hava’da Rock Müzikaller’in rejisini yaptım. O müzikal bir gösteriydi ancak iddialı bir yapımdı. Sonrasında ufak tefek çalıştığım şeyler oldu.
Burada profesyonel bir seçme yaptınız, tüm Journey to Broadway ekibi olduğu gibi girmedi, değil mi?
Hayır, biz bunun yanlış algılanmasını istemeyiz. Journey to Broadway ekibi 2017 yılında yeni bir müzikal yapıyor ama kimseyi kayırmıyor. Türkiye’de profesyonel hem ağırlama açısından gerçekten profesyonel standartlarda bir audition yaptık. Her zaman izlediklerimizin en iyisini seçtik. Şu anda oyunumuzda oynayan başrollerin yarısından fazlası Journey to Broadway ekibinden değil. Son derece adil ve açık bir seçme yaptık.
Genç müzikalcilere bu müzikali izlerken nelere dikkat etmeleri gerektiğini söylersin?
İzleyecek olanlar için bence sahnede bir şey izlerken her zaman çok fazla şey düşünmeden akışına bırakmalarını tavsiye ederim. Kendilerini kaptırsın ve izlesinler. Rent özelinde sahne performanslarında çok fazla kondisyona dayalı sahne var. Yakın temasta, intim sahneler var. Bunlardaki oyunculuklara, sahne geçişlerine dikkat edebilirler.
İyi bir müzikal oyuncusu olmak neyi gerektirir?
Hayatta her işi iyi yapabilmek için çok çalışmak gerekir. Ancak müzikalde cidden çok çok çalışmak gerekiyor. Müzikal tiyatro, bir tiyatro oyunundan şöyle farklı: Müzikal tiyatroda oyuncunun dışında gerçekleşen o kadar çok teknik öge var ki.. Müziğinden ışığına… Genel bir ışık yoktur çünkü.. Çok ciddi detaylı ışık kullanımı vardır. Ekibimiz çok kalabalık. Çok ciddi dikkat, kondisyon, prova gerektiriyor. Bir oyunca bir prova yapıyorsanız, müzikalde iki prova yapmanız gerekiyor. Bireysel değil ekip işi olduğu için de zordur. Oyunculuğun üzerine müzik girer, dans girer, ciddi performans gerektirir. O nedenle, her zaman yükü çok daha ağırdır. İyi bir müzikal tiyatrocu olmak için bence iyi bir müzikal tiyatro izleyicisi ve dinleyicisi olmak gerekiyor. Onun dışında da aldığı işi sonuna dek götürüp son dakikaya bırakmayan bir profile sahip olması gerekir.
Müzikalci olmak için illa müzikal eğitiminden mi gelmek gerekir?
Hiç öyle düşünmüyorum. Aslında herhangi bir şey yapmak için illa onun eğitiminden gelmek zorunda değilsiniz. Ancak eğitiminden gelenler, sizinle aynı yeteneğe ve imkanlara sahiplerse, her zaman sanatsal olarak senden daha üstün bir şey ortaya koyacaklardır. Bilgileri, birikimleri, donanımlarından ötürü..
Bu oyunu Amerika’ya götürüp şu haliyle sahneler misin?
Evet. Eldeki imkanlarla yapabileceğimizin en iyisini yaptık.
Sponsorluk anlamında daha büyük destekler iyi olur tabii..
Ataşehir Belediyesi’nin bize dolaylı yollardan verdiği destek, gerçek anlamda çok büyük sponsorluklar kadar değerli. Onlara buradan teşekkür etmek isterim.
Sabit bir sahnede, sabit bir dekorla oynayabilmek bizim için çok daha verimli olur. Kaynak sıkıntıları elbette çok etkili.
Ataşehir Belediyesi’ni ben de tebrik ediyorum. Mustafa Saffet Kültür Merkezi gerçekten işini iyi yapan bir merkez, güzel bir girişim olmuş. Buradan ben de Bakırköy Belediyesi’ne sesleniyorum. Bakın yapanlar ne güzel işler yapıyorlar 🙂 Umarım bu işin devamı gelecektir Onur.
Biz de öyle umuyoruz.
MALİK DERİN KÜÇÜMEN: RENT, TÜRKİYE’DE EN ÇOK İHTİYACIMIZ OLAN MESAJLARI DERİNDEN İŞLEYEN BİR MÜZİKAL
Rent’in hem başrol oyuncularından biri hem de Proje Koordinatörü olan Malik, 1992 doğumlu. Gerisini kendisinden dinleyelim:
Anaokulundan beri konservatuvar öğrencisiyim. Önce piyano ile başladım. Ana sazı 🙂 Annem göz doktoru bir profesör ama aynı zamanda piyanist. O da konservatuvarı. Sonra baba sazını denedik: Gitar. Babam da Konservautar’da gitar hocası. Daha sonra liseye geçince konservatuvar yıllarıma ara verdim ve Alman Lisesi’nde modern dansla tanıştım. Sahne sanatlarının birazcık daha müzikten uzak kısımlarıyla ilgilendim. Üniversitede İTÜ Kimya Bölümü’ne girdiğim sene İÜ Devlet Konservatuvarı’nda Müzikal Tiyatro’ya başladım. İki okulu da 2016 Haziran’ında bitirdim.
Buradaki rolün Mark. Mark’ı bize biraz anlatır mısın?
Mark Cohen karakteri, New York’ta aslında orta halli bir ailenin oğlu. Diğer karakterler gibi fakir bir geçmişi yok. Ancak New York’taki bohem hayatı sevmiş. Orada hayatı daha iyi hisseden, belki de her yönetmenin hayali olan o tek filmi çekmeye çalışan, bunu ticari, ticari olmayan çok farklı yollardan gerçekleştirmeyi denemiş ama başarılı olamamış bir yönetmen. Bulduğu en iyi çözüm, artık doğaçlama olarak önüne gelenleri çekmiş. Yani kendi hayatını çekmek, kendini anlatarak, aradığı hedeflediği filme ve başarıya ulaşmak. Zaten bizim izlediğimiz müzikal, Mark’ın gözünden bir seneyi anlatıyor. 24 Aralık Noel arifesinden başlayıp bir seneki Noel arifesine dek geçen bir senede Mark’ın çektiklerinden yaptığı filmi anlatıyor müzikal. Bu açıdan Mark müzikalin hem anlatıcısı hem de yaşanan bütün olayların dış gözü.
Mark, aslında tüm karakterlerin içinde gerçek anlamda en normal olanı.
Evet, böyle diyebiliriz. Birazcık seyircinin bu anormal hikayeyi kendilerine yakın birinin ağzından dinlemelerini sağlayıp köşeli kısımların daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Hem de herkesi temsil eden karakterlerin olduğu bir düzlemde böyle ortalama bir karakterle seyircinin daha iyi bir şekilde empati kurmasını pekiştiriyor.
Mark’ın bu kendisini ifade etmesi ve o filmi çekmesi meselesiyle senin de kendi oyununu ortaya koyabilme isteğin bir yerde örtüşüyor, değil mi?
Tabii ki. Her zaman iyi oyuncular için rol yoktur. Ancak bu rol benim için kendime benzettiğim ve karaktere kolay girdiğim, seçmelerde çok zorlanmadan kendimi bu role seçtirebildiğim bir rol. Çünkü çok sevdiğim, hep oynamak istediğim ve kendime yakın bulduğum bir rol. O yüzden karaktere girmem zor olmadı.
Bu 2 ayın sana verdiği bir şey var mı?
Bu ekibin, bu müzikalin, bu oyunun olmasında, şu an en son geldiğimiz noktada, herkesin emeği eş. Yaratıcı kadromuz, müzik direktörümüz, koordinatörlerimiz Oben ve ben çok büyük emek sarf ettik. Ama işin ilk noktasını, ortada hiçbir şey yokken ilk kum tanesini torbaya ben koydum. Bu kadar insanı bir araya bu projeyle getirme fikri bendeydi. Ben Rent yapmak istedim. Türkiye’de ve telif haklarını alarak yapmak istedim. Bu rolü oynamak istedim. La Vie Boheme gibi, Rent gibi sahneleri yaşamak istedim. Bu insanları ben bir araya getirdim diyebilirim. Bir araya geldikten sonra, inanın, çok daha fazla emekler sarf edildi. Herkes işin ucundan tuttu, götürdü, ben yakalayamadım diyebilirim. Artık benim üstüme düşen sadece rolümü oynamak. Yapılan çok büyük işler var, dekorundan ışığına dek. Hepsi için yönetmenimize, müzik direktörümüze, tüm teknik ekibe çok teşekkür ederim.
Sen çok önemli bir şey yapmıştın. Sadece çok sevdiğin bir müzikalde oynamıyorsun. Temelini senin attığın bir şeyi hayata sokuyorsun. Herkesten biraz daha heyecanlısındır.
Evet, kesinlikle. Türkiye’de böyle şeyler az yapılıyor. Biz böyle şeyleri okumuş, eğitimini almış insanlar olarak, eğitimini aldığımız alanın ta kendisini yapmak istiyoruz. Yani müzikal tiyatro eğitimi alarak konserlerde şarkı söyleyebiliriz, tiyatrolarda oynayabiliriz. Dans edebiliriz ama tamı tamına eğitimini aldığımız şeyi şu an sergiliyoruz, Türk halkının beğenisine sunuyoruz. Amacımız halkın bu tarzı beğenip bu tarz için daha çok talepte bulunması ve bu sayede bu eğitimi alan insanların da gerçekten işlerini sahnelerde yapabilmesi. Tabii ki sektör Türkiye’de çok minimal. Ses sistemlerinden ışık ve sahne sistemlerine kadar bizim taleplerimiz maalesef karşılanamıyor. Böyle hizmetler için çok astronomik ücretler bekleniyor. Oysa bu sektör daha gelişse, herkes bu konuda yatırımlar yapabilir, böylece bu yatırımlara daha kolay ulaşabiliriz. Benim de temennim bu.
Sen oyunun Türkçeleştirilmesinde katkıda bulundun mu?
Evet, orada da önemli katkım oldu.
Ben tebrik ederim. Normalde bir müzikalin Türkçeye çevrilmesinde insanı irite edecek şeyler olabiliyor. Ancak Rent çok doğal ve çok kulağı okşayan, tadını kaybetmeyen bir biçimde çevrilmiş durumda. Prozodisi tatsız olur falan.
Kesinlikle. Bu işin büyüsü prozodiden geçiyor. Çelik Kasapoğlu Müzik Direktörümüz. Onun titiz duruşu sayesinde, en ufak noktada dahi, bazen saatlerce alternatiflerimizi düşünmemiz gereken pasajlar oldu. İlk kuralımız buydu. Her zaman kolaya kaçmadan, içeriğe kesinlikle dikkat ederek, besteye prozodiye dikkat ederek çevirdik. Bu konuda da ülkemizde çokça hatalar olduğunu biliyoruz. Bu konuda aklımıza gelecek ilk örnekler, prozodi hatası ile dolu örnekler. Bu konuda, gerçekten çevirimizle kalıcı olabileceğimizi düşünüyoruz. Belki biz bu oyunu yıllarca oynamayacağız ama belki 20 sene sonra bu oyuna bir başka ekip ulaşınca, “aa, bu ne kadar iyi bir çeviri, biz bunu oynayalım” desin. Bu oynansın, emeğimizin karşılığını alalım, istiyoruz. Dolayısıyla, bu oyun ileride Şehir Tiyatroları’nın Devlet Tiyatrolarının özel tiyatrolarının oynayabileceği, çevirilmiş bir eser olarak literatürümüze kazandırıldı. Bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. Başka müzikalleri de bu şekilde çevirip literatürümüze kazandırmak istiyoruz.
Peki Rent’i Türkçe oynamak senin için nasıl bir deneyim?
Kesinlikle. Oyunumuz maalesef Amerikan kültüründen çok derinden ögeler taşıyan bir oyun ve kesinlikle adaptasyonu olamayacak bir oyun. Oyunu kökten değiştirmeniz gerekir. Dolayısıyla, biz o kültürün içinde oyunumuzu oynuyoruz. Dolayısıyla çok zorlanmalar oldu. Çünkü “inside joke” diye tahmin edebileceğimiz, o kültüre has, çevrilemeyecek, atasözlerinden deyişlerden tutun esprilere kadar farklı içerikler var. Ancak ben şunu iddia ediyorum, ömrümce İngilizce eğitimi almış biriyim. Yine de İngilizce’yi ne kadar iyi bilirseniz bilin, bir işi anadilinde oynarken, dinlerken, izlerken hissettikleriniz çok başka oluyor. Herşey daha başka bir gerçekliğe sahip oluyor. Özellikle bizim çok uzun seneler Amerika’da yaşamadıktan, oradaki rutine alışmadıktan sonra, bu oyunu İngilizce, aynı inandırıcılıkla ve gerçeklikte yapmamız çok zor. Bir de üstüne seyircinin anlaması bundan dört kat daha zor. Dolayısıyla bu işin Türkçe olması, bu işin merkez noktası. Bizim sloganımız, “Rent 20. Yılında Türkiye’de ama daha önemlisi Türkçe”.
Bence de Türkçe olması çok önemli.
Bu çok önemli, bunun iyi olması da çok önemli. Biz istediğimiz kadar iyi olalım, iyi şarkı söyleyelim, dans edelim, sistem istediği kadar iyi olsun, o tekst iyi çevrilmediği sürece, iyi duyulmadıktan sonra hiçbir manası yok.
Rent’in konusu nedir?
90’lı yıllarda New York’un doğu yakasında orta halli ve fakir insanların hayatını anlatıyor. Buradaki fakirlik Türkiye’den biraz farklı. Sanatçı kısmı bu işin içine biraz dahil, evsizler, junkieler var ama aynı şekilde bizim burada orta sınıf diye tabir edebileceğimiz kesim de orada bu “bohem hayatı” yaşıyor. Rent, 2 ev arkadaşı Roger ve Mark yani eski bir Rock yıldızı ve yönetmen olmak isteyen bir kameramanın evlerinde Noel öncesi eski arkadaşlarının Noel kutlaması için onlara katılmasıyla başlıyor. Sonrasında yılbaşında bu arkadaşlıkların, dostlukların tekrar güçlendiği ve bir sonraki Noel’e kadar aralarında yaşadıkları anlaşmazlıklar, kavgalar ve aralarından birinin AIDS hastalığı yüzünden fenalaşması ve o arkadaşlarını kaybetmeleriyle devam ediyor. Sonrasında bu ailenin dağılıp bir şekilde tekrar bir araya toplanmasını ve bir sonraki Noel’de bu sevgi, dostluk bağını kutlamasını anlatıyor. Bunu muhteşem müziklerle anlatıyor. Duygu ve müzik! Rent benim için bu demek. Duygu ve müzik.
Genç müzikalcilere bir önerin var mı?
Hepimizin hocaları, mentörleri, arkadaşları, abileri, ablaları var. Herkes tavsiyeler veriyor. Herkes bir şeyler öneriyor. Genç bir müzikalci şan ve dans dersi alırken şarkılar öneriliyor. Ancak Türkiye’de maalesef West-End’deki ya da Broadway’deki güncel müzikalleri takip edenlerin sayısı çok az. Herkesin ilgisi var elbette. Ancak belki imkansızlıktan, belki vakitsizlikten böyle bir durum var. Benim tavsiyem, internet gibi bir kaynak varken, herkes öncelikle en güncel olanı takip edip sonra geriye doğru, klasiklere doğru bir yolculuk yapsın.
Bugün 2017 yılında, İstanbul’da Rent’i izleyebiliyorlarsa, bu iş dünyada nasıl yapılıyor diye araştırıp bakmaları olacak. Biz bugün bunları yapabiliyorsak, bu araştırmalarımız sayesindedir. Bir işin en iyisini örnek alırsanız, sizin işiniz de iyi olur diye tahmin ediyorum. Mutlaka güncel Broadway oyunlarını gidemeseler bile internetten izleyebilirler. Bu işin dünya starlarını, futbolda Messi’nin, Ronaldo’nun karşılığı olan müzikal starlarını, müzikal prodüksiyonları internetten takip edebilirler, izleyebilirler.
Rent neden izlenmeli?
Seyirciler açısından bakarsak, Rent müzikali, sevgi, dostluk, kardeşlik, aşk temalarını işleyen bir müzikal. Her ne kadar Amerikan kültürüne ait gözükse de, aslında bugün bizim Türkiye’de en çok ihtiyacımız olan mesajları çok derinden işleyen, bu işe gönül vermiş gençlerin, yetenekli sanatçı adaylarının bir araya gelip, Türkiye’de özel prodüksiyonların, özel tiyatroların vermediği imkanları bir şekilde yaratarak, kaliteli bir oyuna getirdiği bir oyun.
Tek cümleyle özetlemek gerekirse, Rent, 90’lı yıllarda, o günün siyasi-sosyal konjonktürü içerisinde, Broadway’de tarih yazmış, Broadway’in gidişatını, sergileniş şeklini, oyunculuk tekniklerini değiştirmiş bir müzikal. Jonathan Larson, bunu başarmış ve bunu göremeden 36 yaşında vefat etmiş. Biz bugün orada anlatılan sorunları 2017 yılının Türkiye’sinde yaşıyoruz. Dolayısıyla sokakta yürürken, gazetede, internette okuduğunuz haberlerden ötürü içiniz yanıyorsa, bununla ilgili bir haykırışta bulunmak için, buna karşı durmak ve bir haykırışta bulunmak için, siz de gelin, Rent’i izleyin, bu duyguları hep birlikte sahne üzerinde beraberce paylaşalım. Eğlenin. Çıkışta karnınızda kelebekler uçarak evinize döneceğinizi garanti ediyorum. Çok etkili ve duygulu bir müzikal olduğunu düşünüyorum. Herkesi bekliyoruz.
ÖZGE ÇEÇEN: ŞU GÜNLERDE ÖZLEMİNİ EN ÇOK DUYDUĞUMUZ AŞKI EN SAF HALİYLE İZLEMEK İÇİN RENT
Özge Çeçen, YTÜ Edebiyat Bölümü’nü bitirdikten sonra Birkaç yıl öğretmenlik yapıyor. Ardından rotayı değiştirip müziğe ve müzikale yöneliyor. Şimdi İstanbul Üniversitesi’nde Müzikal Bölümü’nde okuyor. Aynı zamanda dublaj yapıyor. Çok yönlü.
Özge, bu oyunda kimi canlandırıyorsun?
Bu oyunda Mimi Marquez’i oynuyorum.
Peki biraz anlatır mısın? Mimi bir yandan kulüp dansçısı, bir yandan madde bağımlısı. Üstelik AIDS hastası. Karışık da bir aşk hayatı var.
Aynen öyle. Mimi 20 yaşında. Aslında yaşıtlarına göre zor hayatı olan bir kız. Ailesinden uzakta yaşıyor. Annesiyle arası iyi değil. Bunlar bizim yorumlarımız. Senarist bunu çok açık ve net bir şekilde vermiyor. Şarkılardan bunu çıkaramıyoruz. Oyuncuların belli bir metni olmadığı ve karakter tanıtımı da olmadığı için ben bu şekilde yorumluyorum. Şarkıların içindeki ufak tefek ipuçlarından.. Mimi Marquez, ailesiyle görüşmeyen, onları uzun zaman önce terk etmiş ve kendi başına yaşayan, AIDS haftası, uyuşturucu bağımsız genç bir kız. Herhangi bir korkusu yok hayata dair. Anı yaşamak istiyor ve aşkı arıyor. Aştan umudunu kesmiş aslında. Kesinlikle bulmayacağını düşünüyor ama Roger’la tanıştığından beri aşk onun tekrar hayatına girdi. Bunun peşinden de baya gidiyor. Mücadele ediyor. Fakat Roger’ın geri kaçmaları var ve Benny ile ilgili bir yanlış anlaşılma var. Bütün ekip Mimi’nin Benny’le bir ilişki yaşadığını düşünse de bu bence bir yanlış anlaşılma. Ben daha duygusal bakmak istiyorum. Bir yanlış anlaşmadan dolayı Roger’ın ondan uzaklaşmasıyla daha da kötüye gidiyor. Arkadaşlarından uzaklaşıyor. En sonunda da tekrar onlara dönüyor ve Roger’a da kavuşuyor.
Epey mücadele ediyor yani.
Bence mücadele ediyor. Ben öyle düşünmek istiyorum.
Peki senin açından zorlayıcı oldu mu bu karakter? Sonuçta bu karışık bir karakterin. Bu karakterin içine girmek zor olsa gerek. Ek analiz ettin mi?
Tabii ki. Bir uyuşturucu bağımlısı, o uyuşturucuyu kullanma isteği geldiğinde nasıl davranır? Kullandıktan sonra nasıl davranır? Bu kadın her akşam dışarı çıkıp istediği her erkeği elde edebilen, onlarla geceyi geçirebilen bir kadın. Bu nasıl bir ruh hali, onu düşünmeye çalıştım. AIDS hastası olmak, buna dikkat etme hali, sürekli ip üzerinde, bıçak sırtı bir hayat yaşamak nasıl bir duygu? Tabii ki bunları bulmaya çalışmak beni zorladı.
Kaç aydır provadasınız?
2,5.
2,5 aydır sen aslında Mimi’sin. Mimi’yle kalkıp Mimi’yle yatıyorsun. Seni etkiliyor mu?
Tabii ki etkiliyor. Çok ateşli bir şekilde şarkı söylediği yerler var. Aynı zamanda finalde de bitik vaziyette şarkı söylediği yerler var, bu ikisini de yakalamaya çalışıyor olmak beni uçlara götürüyor. Bir tanesi sevdiği erkeği elde etmeye çalışmak, onunla dışarı çıkmak ve geceyi onunla beraber geçirmek için türlü tekliflerde bulunan, türlü şekillere giren vamp bir kadın. İkinci perdede duygusal, aşkını kaybedeceğini anlayan duygusal bir kadın ve finalde bitik bir vaziyette tekrar ona kavuşma arzusuyla yatıp tutuşan bir kadın. Bu üçlü, beni epey zorladı.
Mutlusun burada olmaktan değil mi?
Çok mutluyum. Hayalimi yaşıyorum. Hayat bana her zaman istediklerimi sundu. Ben de her zaman istediklerim doğrultusunda dümdüz gittim, vazgeçmeden tutundum ve ben tutundukça o bana her şeyi sundu. Geçen sene müzikale girmeye karar verdim, girdim. En büyük hayalim, Türkiye’de bir müzikal yapmaktı çünkü bunun sektörü yok, auditionı yok, hiçbir şeyi yok. Bir şey yapmak istesen, yapabileceğin hiçbir alan yok. Ancak etrafımda çok doğru insanlar var. Çelik Kasapoğlu var. Bu işleri yapmak için deli gibi koşturan, istek duyan Malik Derin Küçümen arkadaşımız var. Onların etrafında olunca, şansla her şey yolunda gitti ve böyle bir audition (seçme) oldu, ben de hiç düşünmeden girdim. Sonunda maddi anlamda hiçbir kazanç yok ve bu hiçbir şekilde gözümüzde değil. Manevi kazancın hiçbir karşılığı yok.
Müzikale ve sahne sanatlarına meraklı çocuklar için ne gibi önerilerin var?
Kendilerini ileride olmak istedikleri yerde hayal etmelerini istiyorum. Kendini sabah kalktığında, uyandığında, kendini hangi işe giderken hayal ediyorsun? Doktor olduğunu hayal ettiğinde mutlu olur musun? Ya da sahnede hayal ettiğinde mutlu olur musun? Önce onu düşün, ondan sonra karar ver ve çok çalış. Anahtar kelime çok çalışmak. Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi, asla unutmamamız gereken şey, anahtar kelime çok çalışmak. Çok çalışınca, o tesadüf dediğimiz şeyler, aslında biraz da kendiliğinden geliyor. Doğru yer ve doğru zamanda hepsi buluşunca, başarı da beraberinde geliyor. Vazgeçmesinler asla.
Peki Rent neden izlenmeli? Zor bir müzikal. Rock bir altyapı. .
Şu günlerde, özlemini çokça duyduğumuz aşkı, en saf haliyle en iç kıpırdatıcı haliyle seyretmek için ve arkadaşlığı dostluğu görmek için ve biraz da eğlenmek için ki sanırım Türkiye’nin şu an kendi gerçeklerini unutmadan eğlenmeye ve kafa dağıtmaya ihtiyacı var.
UMUT DURMUŞ: RENT’İ İLK İZLEDİĞİMDE “VAY BE” DEMİŞTİM, “ARADIĞIM DOSTLUK, ARKADAŞLIK NE GÜZEL”
Umut seni tanıyabilir miyiz?
Ben Umut Durmuş. Müzisyen bir ailede doğdum. Babam da annem de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Halk Müziği İcra Bölümü’nde. Babam Yavuz Durmuş Taner, 1990’da vefat etti. Türk arabesk müziğinin en parlak döneminde dillere dolanan ve sevilen bir çok şarkının bestesine imzasını atmış bestecilerinden biridir. Tabii müzisyen bir ailede doğunca, müzik insana çok normal bir şeymiş gibi geliyor. Hani bazı insanlar hep çok büyük bir gıptayla bakar ya buna. Öyle değil yani 🙂 Bizim evde hep müzik vardı. Abim baterist, babam hem besteci hem Türk Halk Müziği icracısı, annem öyle, dayım baterist
Sülalece müzisyensiniz yani 🙂
Aynen sülalece öyle. Benim de şarkıcı olmam pek sürpriz olmadı 🙂 Yine de müziğe profesyonel bir şekilde giriş yapmadan önce, senin gibi, Devlet Konservatuvarı’nda herkesin bir geçtiği müzikal bölümüne benim de yolum düştü. Önce Yarı Zamanlı Opera Koro Şarkıcılığı’ na girdim. Ondan çok zevk almadım. Müzikale girdim. Orada da Çelik Kasapoğlu ile tanıştım.
Hangi yıl?
2006..
Sonrasında Ladies & Gentlemen’a girdim. Seninle de oradan tanışıyoruz. Bugüne dek müzikle ilgili yaptığın her şeyin ön ayağı orası oldu. Mesela Vokaliz’e girişim, Ladies & Gentlemen sayesinde tanıştığım birisi aracılığıyla oldu. Başka bir olayda da öyle. Orası bir çatı gibiydi. Oranın sayesinde hayatım şekillendi. O nedenle Çelik Hocanın da yeri bende abi gibi.
Çelik, birçok insan için öyle tabii.
Evet, şu an seninle bu röportajı yapmamızın nedeni de o.
Aynen. Hepimizin ortak noktası bu.
Peki Umut, Rent’te kimi canlandırıyorsun?
Burada bir bilgisayar profesörü olan Collins’i oynuyorum. Anarşist, çok zeki bir adam. Eşcinsel.
Ve AIDS hastası.
Evet, tüm diğer ekip gibi o da AIDS hastası. Ama içlerinde hayata en olumlu bakan Collins. Polyanna gibi.
Aynen, bir yandan bir restoran falan açmak istiyor. Bütün bu gerçeğe rağmen.
Evet, restoranı şöyle açmak istiyor: Acaba artık bohemliği bıraksak mı diye sorguluyor. Bohem hayatı çok seviyor. Ancak bir yandan da acaba daha uzaklarda bir yerde bir restoran açıp bohemliği bırakıp eğlenme tarzını zenginlere yüksek hesapla servis vererek devam ettirmek isteyen biri. Ama bunu yapıyor mu yapmıyor mu bilmiyoruz. Çok istiyor. Müzikalin başından sonuna istiyor. Acaba yapmış mıdır, bilmiyoruz.
Epeyce yoruma açık bir müzikal aslında.
Evet, yoruma açık. Bazı şeyler çok açık değil. Bazı şeyler çok hızlı geçiyor. Mesela bir sahneden bir sahneye gittiğimiz zaman bir bakıyorsun bir sene geçmiş. Onu da birinin lafıyla anlıyoruz mesela.
Onu da ben hiç anlamamışım mesela 🙂
2,5 aydır bu işin içindeyiz, 2,5 aydır provaları yapıyoruz. Bazen diyoruz ki “Aaa, bu böyle miymiş?” Hiç fark etmediğimiz şeyler varmış meğer.
Türkçe olması müthiş bir şey gerçekten. Türkçeleştirdiğimiz de sanki ilk önce büyüsünü kaybediyormuş gibi. Ama iyi çevrilirse o zaman tam tersi çok etkili. Sonuçta hepimizin çok iyi seviyede İngilizceleri var ama yine de belli bir dönemde, belli bir yörenin kendi dili ve kültürü söz konusu olunca aslında birçok detay kaçabiliyor. Hele böyle hızlı akışlı bir eserde.
Evet, bence büyüsünü kaybetmiyor. İnsanlar İngilizce müzikal izlediği zaman ne kadar iyi İngilizce biliyor olursan ol, o döneme ve yere ait espriler ve deyimler olduğu zaman anlamıyor.
Türkçeye Türkçeymiş gibi, çok iyi bir şekilde çevrildi. İnsanlar hem anlayacak hem sevecek. İnsanların içine sinecek.
Collins, genius bir adam ama aynı zamanda bir bilgisayar hocası ama o da AIDS ama aklında Santa Fe’ye gitmek te var. Bu da değişik bir birleşim. Herkesin çok dramatik karakterleri var ama Collins değil. Ben diğer oyunculara dramatikliğinden zorlandın mı diye sordum. Seninkisi çok iyimser aslında. Oynamak nasıl bir duygu?
Hayatında ne kadar kötü şeyler olursa olsun – ki ben de yaşadım böyle şeyler ve iyimser baktım – eğlenceli, keyifli bir adam. Ben de her şeyden keyif almaya çalışıyorum. O nedenle içselleştiriyorum. Collins’i rahat oynuyorum. Biraz kendim gibi. Mesela Angel olsam, bilemiyorum… 🙂 Çok zorlanırdım. Angel zor.
Rent neden izlenmeli?
Ben Rent’in önce filmini izlemiştim. Müzikali izlememiştim. İzlediğimde de o filme ait olduğumu düşünmüştüm. “Vay be, ne güzel… Dostluk, arkadaşlık, her şey ne güzel” demiştim. İstediğim arkadaşlık, dostluk buydu. “Vay be dedim, işte benim aradığım şey bu. ”Hani bazen ayakkabı bakarken bin tane bakarsın da bir tanesini gördüğünde bu benim için dersin ya Rent de benim için öyle bir müzikal. Bence insanlar bu sıkıntılı süreçte, bu kimseye güvenilmeyen süreçte, birbirine ve başka insanlara güvenin nasıl olduğunu görebilecekler Rent’le.
Hepiniz öncelikle arkadaşlığı vurguluyorsunuz..
Öyle çünkü.
Peki AIDS hastalarını daha iyi anlıyorum diyor musun? Sonuçta iki aydır böyle bir karakteri oynuyorsun. Tekst yok gerçi ama tüm müzikal boyunca oraya vurgu ne kadar yoğun?
Vurgu çok yoğun. Çünkü başta Collins’in ilk gözüktüğü yerde dayak yiyor. Sonra ona bir sokak çalgıcısı yardım ediyor. İlk sohbetlerinde ikisinin de AIDS olduğu anlaşılıyor ve sonuna dek de bunu görüyoruz. Müzikalin sonuna doğru AIDS’den ölenler oluyor, çoklu terapi sahneleri var. Yani hep AIDS üstünden gidiyor. Ama sen sorana dek AIDS üzerinden hiçbir şey düşünmemiştim gerçekten.
Bu da çok enteresan. Aslında filmi izlediğinde de birçok insan bu meseleden ürküp korkabilir, diyorsun. Yani bunu yoğun arkadaşlık anlatan bir müzikal olarak da görebilirsin, AIDS’i çok vurgulayan bir müzikal olarak da… Bir yandan sen de hayatı riske eden başka bir hastalıktan geçmiş birisin. Belki bunu birleştirmişsin diye düşündüm.
Ben hasta olduğum zaman da yokmuş gibi davrandım.
Bence bu psikolojik olarak da çok güzel bir şey.
Burada da Collins’in keyifli yönünü ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Collins keyifli, rahat, arkadaş canlısı bir adam. Hiç AIDSmiş gibi düşünmedim.
Yoruma açık yani işte.
Aynen, başkasına sorsan, Collins nasıl bir adam diye, o da bambaşka bir şey anlatacak belki. Oynayanın da net bir fikri olmalı.
SİMGE BEŞİZ: RENT ÇOK FARKLI, ÇOK GERÇEK
Simge Beşiz, 27 yaşında,YTÜ İktisat mezunu bir müzikal tiyatro öğrencisi. Çok heyecanlı.
Sen de bizim gibi enteresan seçimler yapanlardansın.
Evet, aslında her zaman içimde tiyatro sevgisi varken, hakikaten enteresan bir seçim oldu. Ardından İÜ Müzikal Bölümü’ne girdim. Şu an son sınıftayım. Oradan sonra da ufak tefek müzikal işlerinde bulundum. Çocuk tiyatrolarında oynuyorum.
Çok eğlenceli bir alan değil mi çocuk tiyatrosu?
Çok keyifli evet. Geçen yıl Altınok Tiyatrosu’ndaydım. TIM’deydik.
Oynadığın oyunların da isimlerini paylaşır mısın bizimle?
Bin Bir Gece’de Yasemin’ini oynadım. Sinbad’da sincap rolündeydim. Birkaç tane ufak tefek oyun ve rol daha var.
Bu oyundaki rolün nedir?
Maureen bir performans sanatçısı, biseksüelsin, kız arkadaşı bir avukat… Değişik bir kombinasyon.. Zor.. Nasıl bir ruh halidir ki bu? Bir kadın olarak olmadığın halde bir biseksüelliği hissedebilmek, oynamak, duygulara bürünebilmek için ek bir araştırma yaptın mı? Nasıl çalıştın?
Çok zor. Benim partnerim Tuğçe. Tuğçe ile daha evvelden arkadaş olmam, beni çok rahatlattı. Çok büyük etkisi oldu.
Şansmış.
Evet. Kesinlikle. Yakın arkadaşım olduğu için role biraz daha birlikte hazırlandık. Onun da benim de çekincelerimiz vardı. Ama bunları konuşup paylaşınca daha çok rahatladık. Maureen’i oturup düşündüğüm zaman, aslında çok eğlenceli bir karakter olduğunu görüyorum. İçselleştirdikçe keyif almaya başladım. Çok zor performansları var oyunun içerisinde. Over the Moon parçası başlangıçta beni çok zorladı. Ancak sonraları Maureen olduğumu hissettikçe daha rahat ve daha keyifli olmaya başladım.
Böyle birini oynamak senin genel olarak hayata bakış açısını değiştiriyor mu? Çünkü artık o rolün içine giriyorsun ve belki daha evvel öyle birinin ne hissettiğini ya da komplikasyonlarını asla düşünemiyorsun.
Kesinlikle. Daha önceden benim lezbiyen arkadaşlarım oldu. Ama hiç içselleştirerek düşünmemiştim. Şimdi tekrar o çağırışımlar gitmeye çalıştım. Acaba o zaman o orada ne hissediyordu? A demek ki o böyleymiş diyerek onları daha çok anlamaya başladım.
Karaktere böyle bakarsak seni zorluyor mu?
Başta çok zorladı. Sevmeye çok daha sonra başladım. O düşünceye çok zor girdim. Girdikten sonra da normalleştirdim. Lezbiyen-gay arkadaşlarım vardı evet. Ancak kendim oynamak başka bir anlama seviyesi getirdi.
Rent neden izlenmeli?
Çok etkileyici.
Hangi açıdan?
Hayatın içinden müzikallerden. Ben böyle bir ekol olduğunu düşünüyorum. Meseleler çok gerçek, günlük hayatın dili içeride.
Yaşanan hisler, yaşanan ilişkiler, zorluklar, o dostluk, aşk… Her şey çok gerçek görünüyor. Şarkıların melodisi de belki çok etkileyici. Çok güzel yazılmış besteler. O şarkıların melodileri bile, insanı hakikaten o duyguya sokmaya yeterli bazı zamanlarda.
Tabii ki hepimiz müzikalleri anadilinde öğreniyoruz ve bu da çoğunlukla öncelikle İngilizce oluyor. Rent de orijinalinde İngilizce olan bir eser. Bunu külliyen Türkçe performe etmek nasıl bir duygu? Bir şeyi değiştiriyor mu?
Tabii ki değiştiriyor. İngilizcesini oynasaydık, çok daha yapay olurdu gibi geliyor. Türkçe halini içselleştirmekte daha bir rahatlıyoruz sanki. Türkçe olunca, duyguların daha net olduğunu hissediyorum.
Aynen. Bir yandan da seni izleyen herkesin gerçekten her şeyi anladığından da emin olacaksın. Bu da çok önemli bir şey. Çünkü çıkıyoruz sahneye, çok ağır ya da tempolu müzikallerde 3 saat boyunca sen anlatıyorsun, söylüyorsun da karşındaki seyirci anlayamayabiliyor doğal olarak. Ancak çok meraklı olmalı..
Aynen. Burada bizim bile ancak birkaç provadan sonra anladığımız sahneler oldu sözler açısından. O açıdan anlaşılması çok zor bir müzikal zaten.
Heyecanlısın..
Evet, çok heyecanlıyım. Benim için bir şans böyle bir oluşumun içinde olmak.
Biz de çok heyecanlıyım 🙂 Merakla bekliyorum.
ALPER AKSOY: RENT’DE BİR TRANSEKSÜELİ DEĞİL DE BİR KADINI OYNAMAYA ÇALIŞTIM
Alper Aksoy, Edirne Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik okumuş. Sonrasında Marmara Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nde ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikal Bölümü’nden mezun olmuş. Müzikal Bölümü’nde okurken çeşitli müzikallerde oynamış. Grease, Footloose gibi. Hatta Footloose’u Amerika’da da oynayan ekip içinde. Sonra Sidikli Kasabası’nda, Balım Müzikali’nde oynamış. Devlet Tiyatroları’nda Son Tango’da rol almış. Son olarak da Erkek Arkadaş Müzikali kadrosuyla karşımıza çıktı. Rent‘in neşeli karakterlerinden birini canlandırıyor.
Burada kimi canlandırıyorsun?
Angel’ı canlandırıyorum.Bence en zor karakterlerden biri.
Evet, önce yapabilir miyim yapamaz mıyım diye biraz çekingem vardı ama sanırım oldu.
Bence olmuş 🙂
Angel zor bir karakter. Bir kere transgender. Madde bağımlısı, sanatçı, müzisyen. Üstelik o da AIDS. Çok karışık. Bu müzikalde her oyuncunun karakterinin kendi açısından zorlukları var. Seninkisi hepten zor diye düşünüyorum. Biseksüel bir karakteri canlandırabilmekten de de zor bence çünkü hakikaten o geçişi algılayabilmek ve anlamak çok zor bir şey olsa gerek. Önden çalıştın mı? Nasıl zorluklar yaşıyorsun?
Açıkçası ben burada bir transseksüeli oynamaya değil de bir kadını oynamaya çalışırsam daha doğru bir yol izleyeceğimi düşündüm. Çünkü günlük hayatımızda hepimiz bir rol bürünüyoruz. Kadınlar kadın rolünü, erkekler erkek rolünü bürünüyor. Transseksüeller de kadın rolüne bürünüyorlar diye düşündüm ve buradan yola çıktım. Böyle hazırlandım.
Bu kadar karmaşık bir karakteri oynamak günlük hayatta seni zorluyor mu?
Yani role giriyorsun, tavırlarım biraz değişmiş olabilir. Role girmek denen bir şey var, nasıl yürüyeceğin, nasıl konuşacağın gibi detaylar önceden hazırlık gerektiriyor.
Angel nasıl bir karakter?
Çok neşeli ve AIDS olmasına rağmen hayat dolu bir karakter. Sokakta ritim çalgıcısı olarak çalışıp para kazanıyor. İnsanları toparlayan, mutlu eden, hayat saçan, neşe saçan bir karakter. Hareketli. Dans etmeyi seviyor. Dansa düşkün.
Angel’dan bir şey öğrendin mi? Bu iş bitince, onu nasıl anacaksın?
Pozitifliği açısından bakarsak ben de öyle bir insanım. Angel pozitif bakıyor her şeye. İkinci perdede hastalanıyor. Öyle bir dönemini de yansıtıyoruz.
Rent’i oynamak ve bu ekibin içerisinde olmak çok keyifli olmalı.
Çok keyifli.
Öte yandan diğer oyuncu arkadaşların da ortak fikri çok yoruma açık karakterler var. Hayatın içinde akan bir müzikal. Bu farklı bir olay herhalde.
Sonuçta oyun daha çok şarkılar üzerinden ilerliyor. Hep birlikte çevirdik bu müzikali. Örneğin ben Today For You için kendim de söz yazdım. Kendi ağzımdan çıkması benim onu oynamamı biraz daha kolaylaştırdı.
Rent’ i bilmeyenler için soruyorum: Neden izlenmeli?
Bir kere kendi hayatımızın dışındaki insanlar ya da o insanlardan biri değilsek – uyuşturucu bağımlısı, transseksüel, biseksüel değilsek – onların açısından da hayatı gözlemleme şansımız oluyor. Eğlenceli bir hayatları olduğu, mutlu olduklarını görüyoruz. Farklı bir açıdan bakıyorsunuz. Empati kurmak açısından izleyenler için iyi olacaktır.
METİN BAHTİYAR: ÖLMEDEN ÖNCEKİ SON ŞARKINI YAZMAK BAMBAŞKA BİR ŞEY OLSA GEREK
Metin Bahtiyar, saatlerce sıkılmadan sesini dinleyebileceğiniz genç bir müzisyen. 1993’lü. Bulgaristan göçmeni bir müzisyen bir aileden. Küçüklüğünden bu yana piyano,şan ve gitar dersleri almış. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikal Bölümü’nde ve Haliç Üniversitesi Opera Bölümü’nde eğitim görmüş.
Hayali müzikal oyunculuğu ve bunu yapıyor. Bu işi yapmaktan büyük bir keyif alıyor. Rent Müzikali’nde kimi canlandırıyorsun?
Rent müzikalinde Roger Davis,eski bir rock yıldızını canlandırıyorum.
Roger bir müzisyen, bir şarkıcı. Tamam bir zamanlar başarılıymış ama şu an sorunları var. Bir kere HIV pozitif. Neredeyse tüm arkadaşları gibi o da AIDS. Üstelik de sevdiği kadın intihar etmiş. Müzikaldeki tüm karakterlerin değişik karakter kombinasyonları ve farklı sorunları var. Roger’ın da öyle. Tek derdi ölmeden evvel son bir şarkı yazmak. 2 aydan fazla süredir bu adamı anlamaya çalışıyorsun. Ne aldın ondan?
Öncelikle bende rock müzik yapmaktan ve sahne almaktan çok büyük keyif alıyorum. Roger aslında benimle çok fazla ortak noktası olan bir karakter. Eski görkemli günlerini arayan biri. Ondan aldığım en önemli şey hayatın her zaman devam ettiği ve bazen aradığın şeyin gerçekten uzaklarda değil çok yakınında olduğudur. Öğrendiğim en büyük şey buydu.
Sen de bir müzisyensin. O son şarkıyı yazmak nasıl bir arayış?
Kesinlikle anlayabiliyorum. Albüm dönemlerimde aynı sıkıntıyı defalarca yaşadım. Haftalarca evden çıkmayıp saatlerce aynı şeyin üzerine düşünmek hem keyifli hem bunaltıcı. Hikayede olduğu gibi ilhamın nereden geleceği hiç belli olmuyor. Ancak bu ölmeden önceki son şarkını yazmak bambaşka bir şey olsa gerek.
Rent’i Türkçe oynamak senin için nasıl bir deneyim?
Açıkçası başta çok zorlandım. Zaten İngilizcelerini defalarca dinleyip,izlediğim için Türkçe sözleriyle söylemek çok zor geldi. Kafamda o kadar oturmuş ki melodi ve sözler, kırmak epey zor oldu.
Rent’i senin için diğer müzikallerden ayrı kılan bir artı değer var mı?
Tabi ki.Lise yıllarında One Song Glory en sevdiğim şarkıydı. Okulda müzikal derslerinde hep Rent parçaları söylerdim. Bir hayalimi gerçekleştirdim aslında.
Genç müzikalcilere bir önerin var mı?
Spor yapın,kondisyon çok önemli. 2 saat boyunca hiç durmadan şarkı söyleyip dans edip hem de oynamak göründüğü kadar kolay olmayabiliyor. Muhakkak bir enstrüman çalmayı öğrenin. Bol bol müzikal izleyin. Gözlem yapın.
Rent’i kim, neden izlenmeli?
Rent,modern bir müzikal. Hem eğlenceli hem çok duygusal. Bir çok farklı duyguyu içinde barındırıyor. İzleyip keyif almamak mümkün değil. İnanıyorum ki izleyen herkes içinde kendinden bir şey bulacaktır.
TUĞÇE CEYLAN: RENT’İ İZLEYİN ÇOK ÇÜNKÜ BAŞKA BUGÜN YOK!
Tuğçe, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme Bölümü mezunu. Şu an İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Müzikal Bölümü son sınıf öğrencisi. Journey to Broadway ekibinde 3. yılı. Kendisi devam etsin:
Bergüzar Çelebi ve şan sınıfının kurduğu bir ekipti. Ben de aynı sınıfta olduğum için bu ekipte var olma şansını buldum ve çok şanslıyız ki her sene bir proje yaptık. Her sene bir performans sergiledik. Bu sene ilk kez bir müzikali baştan sona, telif hakları ödenmiş bir şekilde oynayacağız ve bunun çok büyük heyecanı içindeyiz. Bu bizim için Journey to Broadway için çok önemli bir adım. Bir ilk. Buna tanıklık etmek ve bir parçası olmak çok güzel bir şey.
Şanslısın yani.
Evet, çok şanslıyım, gerçekten çok şanslıyım.
Peki, burada kimi oynuyorsun?
Joanne Jefferson’ı oynuyorum. Avukatım. Lezbiyenim. Maureen’in şu anki sevgilisiyim. Elimden geldiğince, anlamasam da sevgilime destek olmak için elimden geleni yapıyorum: Uzmanlık alanım olmamasına rağmen ses sisteminden tutun da getir götür işlerine kadar Maureen’e yardımcı olmaya çalışıyorum. Ona destek olmaya çalışıyorum. Biraz sahiplenici biriyim. Maureen’le çok farklıyız. O ne kadar geniş ve rahatsa, ben de bir o kadar sahiplenici ve tek eşli bir kadını oynuyorum. Bu yüzden aslında Maureen ile çok çelişiyoruz ve maalesef tartışmalar eksik olmuyor. Çok inişli çıkışlı bir aşk hikayemiz var.
Ben biseksüel diye düşünüyordum Joanne’i. Sen lezbiyen mi diyorsun?
Ben lezbiyenim, evet. Kesinlikle hiçbir erkeğe Joanne olarak ilgi duymadım ama Maureen biseksüel.
IVY liginden bir avukatsın, kız arkadaşın biseksüel, AIDS olmayan nadir karakterlerden birisin.
Evet, şanslıyım. Maureen de şanslı. Kapamamış hala. Temiziz. Ama maalesef en yakın arkadaşlarımız AIDS. Ben onlarla Maureen sayesinde tanışmış oluyorum ama seviyoruz birbirimizi. Çok tatlı insanlar. Mimi, Roger, Angel hepsi çok tatlı. Çok iyi anlaşıyoruz. Ama maalesef hastalık bir şekilde bizi acı bir şekilde ayırıyor.
Peki, böyle bakıldığında nasıl bir ruh hali? Bir kadının kadını, bir erkeğin erkeği oynaması nispeten kolay ama karşı tarafa geçmek zor..
Çok zor aslında. Esasında gerçekten benden çok farklı bir karakter Joanne. Ben biraz daha doluyum. O daha ciddi. Kontrol delisi gibi. Çok farklı. Ancak oyunculukta bu tarz kendinden farklı, zıt karakterleri oynamak sana çok şey katıyor.
Rent’i izleyen herkes kendince algılıyor. Bir grup insan burada müthiş bir dostluk var diye, bir grup insansa AIDS hastalarının hayatla mücadelesi gibi bakıyor. Bir grup insan ise bohem hayata atıfta bulunduğunu düşünüyor. Herkes farklı bir açıdan bakıyor. Ama günün sonunda buradan çıkıldığında herkes başka bir grupla derin bir empati yapmış oluyor. Senin de daha evvel anlamadığın ama bu müzikalle birlikte içselleştirdiğin bir konu var mı?
Aslında müzikalin ve bizim sloganımız “Başka bugün yok”. Ben kendi hayatımda, hayatı yaşamayı unutuyorum. Sorumluluklara çok dalıp o anın keyfini çıkarmayı unutuyorum. Ve geçmiş oluyor o an. Bugün bir daha olmayacak ve o anın tadını biraz çıkarmak gerekiyor. Geçmişi geri getiremeyiz. Gelecekten haberimiz yok. Elimizde sadece bugün var. Bugünü de en güzel bir şekilde değerlendirmek gerektiğini söylüyor Rent bana. Hayatı ve günü daha güzel yaşa, anın tadını çıkar.
Çünkü başka bugün yok. Seyircimizin bu anları bizimle paylaşmasını çok isteriz. Bu iş de geçmişin tozlu sayfalarına karışacak. İnşallah biz de seyircimiz de salondan güzel anılarla ayrılır. Çok çalıştık.
Bence kesinlikle öyle olacak. Türkçe olmasının da çok büyük avantajı ve etkisi olacak.
Gerçekten öyle. Elimizi cidden büyük bir taşın altına soktuk. Oyunu çevirdik, şarkı sözlerini çevir.. Bu çok zor bir şey. Aynı anlamı vereceksiniz, bir yandan da ölçü ölçü uyduracaksınız. Ama bir şekilde altından kalktık. Güzel bir ekibiz bu anlamda. Yaratıcı bir ekibiz.