Bu yıl, her izlediğimde beni çok rahatlatan sürpriz bir dizi başladı: This is Us
Yakın dostlarıma izlemelerini tavsiye ettim, başka arkadaşlarıma bahsettim. Bir an evvel izleyenler olsa da beraber konuşsak istedim. Buradan size de kesinlikle tavsiye ediyorum.
Ben bir dizi bağımlısı değilim. Türk dizilerinin çoğunu izlemem. Başından sonuna izlediğim Türk dizisi azdır. Onlar da Bir İstanbul Masalı, Hayat Şarkısı, Çemberimde Gül Oya, Elveda Rumeli, İkinci Bahar, Yalan Dünya gibi yapımlar. O kadar bunaltıcı bir ağırlıkları, zaman açısından anlamsız bir uzunlukları ve bolca karşısındaki seyirciyi salak yerine koyuşları oluyor ki daha ziyade yabancı yapımları tercih ediyorum.
Ancak ne zaman denk gelirsem geleyim, kaçıncı kere olursa olsun beni gülümseten bazı diziler de var var: How I Met Your Mother gibi. Bire bir karşılaştırılacak işler olmasalar da This is Us serisi benim açımdan tam olarak böyle bir iş. Karşılaştığım her an tekrar izleyebilirim çünkü her izleyişimde bir şey daha fark ediyor oluyorum.
Fox Life’ ta yayınlanan This is Us, gerçekten bizim hikayemiz. Bu hikaye, hepimizin hayatlarından detaylar veya ana hatlarından izler taşıyor. Hayatımda izlediğim en doğal, en gerçekçi, en ince, en naif yapımlardan biri. Bu dizi ile hayatın delicesine mucizevi ve aynı zamanda da son derece tatsız olabileceğini bir dış göz olarak başkalarının hayatı üzerinde görüyorum. Ve günün sonunda hepimizin hayatın mucizevi tarafına bakmayı öğrenmemiz, o mucizevi tarafa odaklanmamız gerektiğini hissediyorum.
Farklılıkların öneminin ara vermeksizin altını çizen This is Us, aile bağları, kardeşlik, toplumsal değerlendirmelerin acımasızlığı, insanların iyiliği, annelik, babalık, ebeveynlik, başarı, aşk, kişisel tatmin, hayat mücadelesi, ritüeller, eğlence, mutluluk, mutsuzluk, ince yaralar, büyük travmalar, kader, kaderi yönlendirme, hayatın oyunları, hassasiyetler, sadakat, şans ve şanssızlık konularında hepimizin en ince detayda dahi kendini görebileceği ve yakalayabileceği bir “anlatılar ziyafeti”. Tamamen kendine has, taze, yepyeni, eşsiz bir yapım. Bağımlılık, obezite, stres, panik atak, kanser, takıntılar da bu hikayenin her yerinde.
Dizinin flashbackleri ve bağlantıları müthiş. Dizi, temelde iki ana dönem üstüne kurulu ve sıkça bu iki dönem arasında gidiş gelişler üzerinden anlatılıyor. 1980’lerde Jack ve Rebecca’nın çocukları büyüttükleri bir dönem ile bu 3 kardeşin yetişkin dünyaları arasında şaşırtıcı, ustaca bağlantılarla her bölümde yeni bir şeyi daha öğrenerek izlediğimiz bir dizi.
Bir an gülümsüyorsun: Yaşanan şey neyse sen de bir şekilde, bir dönemde yaşamışsın. Hemen ardından aniden hüzünleniyorsun, çünkü o sırada yaşanan her neyse, onu da iyi biliyorsun. Sonra da kahkaha atabiliyorsun. Yani tüm insanı duygu ve durumları abartısız ve sıcak bir biçimde aktarıyor This is Us.
Kalp kıran anlar oluyor. Jack yerine bir sahnede Miguel’i görmek gibi… Jack ile Randall’ın karate sınıfındaki sahne gibi… Dr Katowski ile Jack’in doğum sonrası konuşması gibi… Randall’ın beyazlardan daha da farklı görünmemek amacıyla zekasını gizleyip “matematiği sanki kötüymüş gibi davranması” ve hiç beklenmedik bir anda öğrendiği gerçek üzerine annesiyle yüzleşmesi gibi… Kevin’in yeğenlerine ölümü anlatması gibi.. Jack’in cenazesi gibi.. Gibi gibi gibi!
Size hikayeyi anlatmayacağım, kendiniz izleyin çünkü sürekli sürprizleri var ve anlatırsam haksızlık etmiş olurum. Yine de şöyle küçük alıntılar yapabilirim:
Bir doktorun, 3 bebeğinden birini kaybettiğini henüz bildirdiği bir babaya şöyle bir hikaye anlatması etkileyici ve yürek burkucu değil mi? “Bir gün benim gibi yaşlı bir adam olacağını ve genç bir adama hayatın ona sunabileceği en ekşi limonları alıp limonataya benzeyen bir şeye dönüştürmesi konusunda tavsiye vereceğini düşünmek beni mutlu ediyor. Bunu yapabilirsin ve bu hastaneden evine giderken 3 bebeğinle çıkacaksın” Gerçekten de Jack, ekşi limonları limonataya çeviriyor. Jack ve Rebecca, o hastaneden en baştaki planına uygun olarak 3 bebekle çıkıyorlar.
Kevin kendisine insanların öldüklerinde ne olduklarını soran yeğenlerine durumu çok güzel açıklıyor. Önce düşüncesizce “ölünce her şey bitiyor” diyor. Biraz zaman geçince, onlara daha iyi bir açıklama yapmak istediğine karar veriyor. Meğer Kevin’in bir senaryo okuduğunda hissettiklerine dair çizim yapma alışkanlığı varmış. Bunu da ikizi Kate dahi bilmiyormuş. Bunu ilk kez yeğenlerine söylüyor. Kızlara o sıralarda okuduğu senaryo üzerine yaptığı çizimi gösteriyor. Kevin bir noktada, senaryonun hayat üzerine olduğunu düşündüğünü söylüyor. Hayatın ise renklerle dolu olduğunu ve her birimizin bu resmin kendi rengimizi kattığımızı söylüyor. Çok büyük olmasa da resmin sonuna dek devam ettiğini, bir yönü olmadığını söylüyor: Sonsuzluk gibi!
“Düşününce çok çılgınca”, diyor. “Yüzyıl evvel elinde bir bavulla bir adam bu ülkeye geliyor, onun bir oğlu oluyor, onun da bir oğlu oluyor ve o, benim. Resmi ilk yaptığımda bu köşesinde o adamın olduğunu, şu köşesinde benim olduğumu düşünmüştüm. Ama sonra düşündüm de ya biz hepimiz resmin her yerindeysek? Ya bizden önce vardıysa ve öldükten sonra da olacaksa ve eklediğimiz her renk birbirinin üzerine ekleniyorsa, öyle ki bir noktada artık birbirinden farklı renkler olmuyorsak,hepimiz tek bir şey, tek bir resim isek? Babam artık bizimle değil, o artık yaşamıyor, ama bizimle. Her gün benimle. Henüz nasıl olduğunu anlamasak da bir şekilde her şey birbiriyle örtüşüyor. Hayatımızda sevdiğimiz insanlar ölür. Gelecekle, belki yarın, belki yıllar sonra… Ama aslında şu da güzel: Birinin ölmesi, onları artık görememeniz veya onlarla konuşamamanız, onların hala resimde olmamaları anlamına gelmez. Bence asıl mesele bu. Ölmek diye bir şey yok. Sen, ben, onlar da yok. Sadece biz varız. Ve bu dağınık, vahşi, renkli, sihirli şeyin bir başı ve sonu yok, o şimdi, tam burada, bence o biziz”
Başka bir an, William‘ın Uber’ için bekleyen Olivia‘ya verdiği tavsiye gibi: “Yaşamın anlarını yakala, onları genç ve hızlıyken yakala.. Çünkü tahmin ettiğinden daha yakın zaman içinde yaşlanacaksın ve yavaşlayacaksın. O zaman, yakalamak için daha çok an olmayacak.”
Dizideki favori karakterlerim sırasıyla şöyle:
- Jack – baba olmak için yaratılmış. Örnek baba bence!
- Randall – çalışkan, ailesine düşkün, zeki, sorumluluk sahibi, iyi huylu, enerjik, disiplinli, duygusal
- William – hoş, iyi kalpli, bence sorumluluk sahibi (bakamayacağın çocuğu devlete bırakmak daha anlamlı olabilir) , yetenekli, müzisyen, farklı
- Toby – Eğlenceli, sadık, rahatlatan bir karakter
- Nathan Katowski – eşine ve işine bağlı, bilge ve güvenilir bir insan, iyi bir kadın doğum doktoru, benim olsun da hep sohbet edelim istediğim bir dede 🙂
- Kevin – o yüzeysel görüntüsünün altında aslında gerçekten derin bir çocuk var, ayrıca da çok güzel 🙂 Kate ve Randall’ın durumlarından ötürü Kevin aslında hep geri itilmiş hissediyor, biraz haklı da..
- Randall’ın kızları Annie ve Tess Pearson – çok sempatik ve akıllı çocuklar
Mandy Moore, Rebecca Pearson’ı canlandırıyor. Mandy Moore’u A Walk to Remember’dan hatırlarsınız, aynı zamanda bir şarkıcıdır ve Disney’in Karmakarşık ( Tangled) filminin Rapunzel’ini seslendiren oyuncudur.
Jack Pearson, dizinin baba karakteri, baba Jack, Milo Ventimiglia tarafından canlandırılıyor, Ventimiglia’yı da en kolay Gilmore Girls’den hatırlarsınız.
Randall karakteri Sterling K. Brown ile hayat buluyor. Onu da en yakında The People v. O.J. Simpson: American Crime Story’den çıkarabilirsiniz. Efsane bir oyunculuk. Rolü yaşıyor, yaşatıyor.
Dr. Nathan Katowski’ yi Gerald McRaney, William’ ı ise Ron Cephas Jones canlandırıyor. Oyunculukları çok iddialı. William karakteri kendi başına bir fenomen. Her geçen bölüm yeri ve diziye kattığı tat daha da eşsizleşiyor.
Çocuk Randall‘a bayılıyorum 🙂 Lonnie Chavis tarafından canlandırılıyor.
Dizinin her bölümü ayrı senaristler tarafından yazılıyor ve yönetiliyor. Buna rağmen çok güzel, güçlü bağlantıları var.
Bu dizide beni en çok şaşırtan şey siyahi-beyaz farkının Amerika Birleşik Devletleri’ nde hala aşırı derecede güçlü olduğunu görmek. Yaratılış itibariyle benim kodlarımda böyle bir ayırım yok, ben bunu ciddi anlamda algılayamıyorum. Açıkçası öyle veya böyle Amerika’ daki hikayenin “hala bu kadar kuvvetle yaşayan” bir olay olduğunu anlayamamıştım. Gerçekleşen ve haberlerden duyduğumuz olayları görsem de yaşamın içinde bu kadar yoğun farklılıklar ve limitler olabileceğini idrak edememiştim.
80’ lerde siyahi çocukların siyahi çocuklarla oynadığını, siyahi çocukların ense tıraşlarının doğaları gereği onların tüylerinin yapısından anlayan siyahi berberlere yaptırılmasının daha iyi olduğunu, siyah bir çocuğu evlat edinen beyaz tenli bir ailenin karşı karşıya kaldığı ayrımcılığı, istediği kadar başarılı, disiplinli, eğitimli olsun, bugünün Amerikası’ nda dahi bir şekilde ufacık bir kavgaya karışan siyah tenli bir insanın yanındakilerden önce suçlu gözüyle değerlendirilmesi gerçeğini asla idrak edememişim. Bu, gerçekten devasa bir haksızlık. Bu bir saçmalık. En büyük suçlardan biri! Bunu kabul edemiyorum.
İnsanların çok kilolulara bakış açısı da çok acımasız.
Geçen gün bir başka arkadaşımla konuşurken söyledim: Ben hayatta her şeyi çalışarak başarabileceğine inanarak doğdum, benim kodlarım arasında güzellik başka bir estetik durum, güzel olarak öne çıkabilme kozuna dair bir farkındalığım dahi yoktu. Güzellik benim için asla bir amaç ya da bir artı değer olmadı. Güzellik benim için farklı şeylerde ve hallerde bulunan bir durumdu. Oysa, meğer güzelliği amaç edinmiş ve bunu nerelerde kullanacağını erken yaşlarında fark etmiş, bu durum kendilerine anlatılmış, öğretilmiş insanlardan oluşan bir uygarlığımız varmış. 20’li yaşlarımın sonuna dek, eş değer başarıya ve akla sahip iki insandan güzel olanın işe alınacağını bilmedim. Seçilenin muhakkak bir şekilde bir artısı daha vardır diye düşündüm. Meğer güzellik güçlü bir öne geçme aracıymış. Çünkü bu dünya görsel ayırımlara sahip. Bu dizide bunları da görüp tekrar tekrar fark ediyor, idrak ediyor, ayıyor ve şaşırıyorum.
Dizi hakkında daha detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler için NBC’nin sayfası burada .
Şimdiden iyi seyirler 🙂