Marka 2016’da sahne alanlar arasında Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır ile CNN Türk Haber Editörü ve Gazeteci Ahu Özyurt da vardı. Dünyada ve Türkiye’de Ne Oldu, Ne olacak? Toplumsal Dip Dalgaları Anlamak isimli sunumlarında gündelik hayatın ritmi hızla değişirken durumumuzu ne olduğunu, ne olacağını ve ne gibi stratejiler izlemek gerektiğini konuştular. Altta konuşulanları aktarıyorum, hiç yorum yapmıyorum bu kez:
Küreselleşme yaşanırken, gündelik hayatın ritmi değişirken ve bir zihni dönüşüm yaşanırken, toplumsal kalite yönetimi ve koşulsuz müşteri deneyimi her alanda çok güçlü hale gelmişken, bu bilgi toplumuna uygun siyasal, hukuki, ekonomik sistemler yaratılamadı, buna uygun bir demokrasi ve politika kavramı yok. İnsanoğlu bunları insanlığa anlatacak siyasi vizyonu, böyle siyasi liderleri bekliyor. Bu şu an yok. O zamana dek de insanlık bir ara buzul döneme giriyor. Ara çünkü hayat başka bir yere doğru akıyor. Demokratikleşme gelecek diye beklerken, dörtnala ters yöne ilerliyoruz. Dünya, otoriter ve sağ taraflara yürüyor. Bir yanda Brexit var, diğer yanda Trump’a karşı Putin. Fikir özgürlüğü var ama süreç başka bir yere doğru gidiyor. Bir taraftan iki kutuplu dünya yıkılmış durumda ancak Rusya yine sahnede. Ekonomi küreselleşti dedik ama üretim ve ekonomi Çin’e doğru kayıyor.
Başka bir hikâye daha var: Göçle metropolleşme diye bir durum var. Sanayide bir “kır kent” tanımı vardı. Şimdi Uşak ile İstanbul aynı kriterler içinde, oysa aynı sınıfta tanımlanamazlar.
Bu ülkede 31 milyon insan göç etmiş. İstanbul’daki İstanbulluların oranı sadece %30. Metropollü Türkiye durumundayız.
Fransa’da İslam coğrafyasından, İngiltere’de Polonya’dan gelenlere karşı bir sağa kayma durumu var. Tüm dünyada lümpenleşme-radikalleşmeyi o da şiddeti doğuruyor.
Ortada gelir, eğitim olanakları ve sağlığa kavuşma bakımından müthiş bir adaletsizlik var. Popülist, şoven, kimi kimi otoriter, kimi yerde faşizme yatkın liderler geliyor. Üstelik bunlar bir de toplumsal rızaya dayanmış olarak geliyor. Putin, %65’ lerde oya sahip. Bu ara dönemden çıkışımız nasıl proaktif yollar yaratığımıza bağlı. O da bu toplumsal rızayı iyi anlamakla alakalı. Bu geçici dönemin belirleyici aktörü ise Suriye.
Şirketler nezdinde ne yapmak lazım?
Öngörü: 2040 yılında dünyada ülkeler arası ayrışmalar yaşanacak.
- Birinci ayrışma ifade, özgürlüğünün, yaratma özgürlüğü ve telif haklarının garantide olduğu bilgi toplum ülkeleri, fasoncu ülkeler ve sanayici ülkeler ile demokrasisiz tasarımsız diğer ülkeler şeklinde olacak.
- İkinci ayrışma da kadın meselesi üzerinden olacak. 2040’ta kadının gündelik hayatta var olduğu ve ya olamadığı ülkeler diye bir ayrım olacak.
Bu da Türkiye’nin Avrupa’nın taşrası mi küresel bir güç mü olacağına ve nasıl bir ütopya üreteceğimizle alakalı olacak.
Şirketler bu süreçte kendileri için yeni stratejiler üretmeli, kendilerini sosyal meselelere göre konumlandırmalılar.
Bilançolar üzerine değil senaryolar üzerine konumlanmak anlamlı.
Şirketler toplum ve insan ile ilişki temelli olmalı. Şirketler siyasi aktörlere göre değil, meselelere göre pozisyonlar almalılar. Bu ülkenin anayasa, kadın, çevre, demokratikleşme meselelerinden bu meseleler hakkında proaktif tavır almalılar. Şirketler, bu karmaşıklığı bildiğimiz yönetim yöntemleriyle de yönetemezler. Plan ve bütçelerle bu karmaşıklık yönetilemez, senaryolarla yönetebilirler. Evrensellik ve yerellik dengesini iyi kurmaları lazım…
Dallanmaktan daha çok köklenmeyi kollamalılar, bulundukları yerde güçlenmek, en iyi bildikleri yerde köklenmek önemli. Süreç yönetimine ve verimliliğe odaklanmalılar. Ürün ve hizmet geliştirmeye odaklanmalı, toplumsal sorumluluk üzerinden konuşmalılar.
Ara buzul dönemin mottosu iyi olmaktır, mor inek falan değil, farklı olmak değil… Seçmene, vatandaşa, yurttaşa, izleyiciye, müşteriye en iyiyi önermektir…
Salondaki insanlara naçizane öneri, 9’dan 5’e de harcadığımız emek ve iyilik çabası kadar, sonrası için de aynı emeği harcamalı, 24 saat hepimizin bulunduğu alanda en iyisi için çabalamamız lazım.. Zaman birlikte çalışma ve ülkeye sahip çıkma zamanıdır. Geleceğe güvenmek lazım. Bir araştırmaya göre, Türkiye’de her 4 insandan biri, herhangi bir marketin içine girmeden, içerideki marka bana muhalif, almam diyor. Böyle bir iş üretilemez, böyle bir toplumsal hayat da yürütülemez, Türkiye’nin yeniden biz demeyi öğrenmesi lazım.